Rüzgâr yüzüme esip, yanaklarımı yaşanmışlıklarıyla bezediğinde,
Geleceğin perisi bir gökkuşağı gibi belirir gözümde... Yağmur damlaları zemine hızla çarpıyordu. Sokaktaki tüm pencereler yağmur damlalarına boğulmuş, buğulanmıştı. Rüzgâr her estiğinde ağacın yapraklarındaki su damlaları ağır ağır yere düşüyordu. Bulutlar güneşi kapamış, karanlığı oluşturmuştu. Şimşek öyle çakıyordu ki sanki yer sallanıyordu. Yansıyan ışığa bakıp "Bu şimşekten bu ses mi çıkıyor?" dememek imkânsızdı. Adımlarım büyük ve hızlıydı ama gezmek için çıkmıştım. Yağmurdan kaçıyor gibi gözüküyor, yağmur için o yolları yürüyordum. İnsanlardan uzaklaşıp yağmurun altında ıslanarak dinlenmek, iç sesimi dinleyip isteklerimi, duygularımı, hislerimi, başarılarımı, başarısızlıklarımı, mutluluğu, mutsuzluğu düşünmem, ne düşündüğümü anlayıp tekrar gözden geçirmeme, yanlışlarımı bulup düzenlemem iyi gelmiş olacaktı ki üstümden bir yük kalkmış gibi rahatlamış, kendimi bir kuş kadar özgür ve hafif hissediyordum. Yokuştan aşağı inerken sularla birlikte iniyordum. Yolda kimse yoktu. Önümde uzanan, zemini özenle döşenmiş yolu yine hızlı adımlarla yarıladım. Büyük ağacın altından ıslanmadan geçtim. Yağmur şiddetini gittikçe arttırıyordu. İleride küçük bir bakkal vardı. Oraya doğru yürüdüm ve şemsiyemi girişte kapatıp bakkaldan içeri girdim. Biraz dolaştıktan sonra gözüm çikolataların olduğu bölüme ilişti. Neredeyse hiç çikolata yoktu. Birileri mi almıştı, yoksa yeni çikolata gelmemiş miydi? Kasadaki adamın kendi kendime sesli konuşmam konusunda bana tuhaf tuhaf bakmasıyla alışveriş yapacağım asıl malzemelerin olduğu bölüme doğru birkaç adım attım. Bu kadar küçük bir yerde dakikalarca dönüp dolaşmayı anlamsız bulup hemen cips ve kola alıp çıktım. Yağmur hâlâ devam ediyordu. Poşeti şemsiyeye göre ortalamıştım ıslanmaması için. Cam şişe ve cipsin ambalajının hışırtısı her adımımda yağmurun sesine karışıyordu. Yağmur yağarken yukarı bakmak iyi olurdu ama bakamıyordum. Gözlerimin pis suyla dolup mikrop kapmasını, ardından göz hastalıkları doktoruna gidip o suratsız adamın “Gözüne ne oldu?” sorusuna verdiğim cevap karşısında “salak mısın?” der gibi bakmasını istemiyordum. Evin önündeki küçük bahçenin sınırı olan bahçe kapısının sürgülü kilidini açtım ve sarmaşıklardan dolayı eğilerek geçtim. Eğilmem sadece alnımın ağaca çarpmasını engellemişti, üstüme ıslak ve solmuş yaprakların düşüp saçımın ıslanmasını değil. Apartmanın girişine, çatıdan düşen, birikip, normal yağmur damlasının boyutunu bile aşmış, ceviz büyüklüğündeki su damlalarıyla eşlik ederek ulaştım. İki tane anahtarım vardı ve neredeyse gözüm kapalı bile ayırt edebilirdim ikisini. Dış kapıyı açan anahtarın üstünde bir köpek ismi yazıyordu "Canik" diye, diğerinde ise "Subu". Tuhaf anahtarlardı ama işimi görüyorlardı sonuçta. Canik’ le giriş kapısını açtım ve merdivenin basamaklarından üçer üçer çıktım. Sıra Subu' ya gelmişti. Anahtarı çevirip kapıyı açtım ve poşeti kapının önüne bırakıp botlarımı çıkardım. Anahtarı kapının üstünde unutmamak için daha botlarımı çıkarırken anahtarı çıkarıp içeri, oturma odasına doğru fırlattım. Tahminen yeşil, yaprak desenli örtü ile kaplı kanepenin altına girmişti. Kapıyı tutmuştum çünkü rüzgâr esip beni bir anlık salaklığımla kapıda bırakabilirdi.

pluie :)
|
|
|

Bu Nedir? - En Popüler 100 Yazar
|