Dünyanın en güzel olayları, trajedileri, komiklikleri, bağışçıları, öfkelileri, kaybedenleri ve belki de aşkları, onlara hiç bir zaman sahip olamayanların elinde güçsüzleşip bir öyküde çoğu zaman pasifize edilmiştir. Bu pasiflikte katkım olmamasına azami özen gösterip yazmamaya çalışıyorum.
Bir dönem yedi ay çalıştığım Soma Enez maden ocağında hayatını kaybeden 301 madenciden tanıdığım on yedisinin ve özellikle ilk işe girdiğim zamanlar Furkan'ın kopan bacağını omzuma atıp, lanet asansöre yetiştirmeye çalışırken tökezleyip, baretimin, dolayısıyla ışığımın üstüne uçuşumu. Nasıl bir düşüşse artık, omzumdaki kayıp bacağı beş metre ileride bulmuştu arkadaşlar. Telaşla en az üç kişinin onun sanıp, karanlık yerdeki benim bacağımı çekiştirmelerini örneğin.
Kayıp ve doğru bacak bir başka omza atılıp kritik eşik geçildikten ve cehennemden yerüstüne ilk adım atıldıktan hemen sonra '' şansını sikeyim Furkan, dayan oğlum '' diyen Bektaş'ı, en az 50 derecelik yeraltı sıcağı altında birer kilotla çalıştığımız Hikmet’i, yine bir başka desenli kilodunun götünü sıkmasından, karısı Nergiz’i sorumlu tutan Arif’i elbette yazacağım.
Kopan bacak dikiş tutar. Bir daha kadın kilotu giymez Arif, Furkan iyileşir ayrıca.
Peki ya birbirinden kopan hayatlar… bu yüzden uzayan geceler, çift perde arkasına çekilmeler, orada bir hayalete dönüşmeler, deli dolu bir yaşamın düşlerini kurup pişman olanlar. Ya da buna pişman edilenler?
Kaçımızın iç dünyası her geçen gün biraz daha sakinleşmiyor ki öfkeden? Bazılarınızın '' benimde '' dediğini duyar gibiyim. İşte o '' benim de '' denilen sert şeyleri yazıyorum ben. Bu bazen sıkı bir küfür, bir argo, bir tırtılın peygamber devesi tarafından kapılan kuyruk sokumu, bazen de bir bok böceği, ve hatta yuvarladığı bokun gramajı oluyor.
İşte bu yüzden bir gün dedim ki kendime. ‘’ Oğlum başarısız! Bir gün ringe çıkacaksan en azından orta yere havlu atacak bir hayat olsun yanında‘’ Zaman geldi öyle de oldu. Rakiplerimle tam ortama düşen. Sanırım başkalarının yerine de çok zaman önce pes ettim ben! Bu yüzden cinsiyetçilikten arındırılmış küfür ve argo, öykülerimin vazgeçilmezi, ana karakteri gibi duruyor.