Mahallemizde oturan bir abla vardı, adı Mualla’ydı. Mualla abla otuzlarının başında çok sessiz, sakin bir kadındı. Pek insanlarla konuşmazdı gereksiz olduklarını düşünürdü, kitap okurdu, kahve içerdi bide bol bol. Hani şu evinde kedi ve kitaplar olan kadın tanımı vardı ya Mualla ablamda aynen öyleydi. Zaten mahallede bir benle anlaşırdı, insanlar ona dul olduğu için kötü gözle bakardı. Bir gün saat 02:00 suları falandı herhalde tam hatırlamıyorum, ama tarihi dün gibi aklımda. 29.09’du sabah o saatlerde sokaktaydı bir yere gidiyordu, kolunda çantası falan sordum Abla nereye? diye. Mezarlık vardı bizim mahallenin az aşağısında, oraya gidiyordu öyle söyledi yani. Bende gittim yanında merak ettim işin açıkçası, tek başına biri gecenin o saatinde neden mezarlığa gider? Bunu düşünüyordum yürürken, gittik mezarlığın girişine geldik.
Mualla abla duraksadı çantasından bir kitap çıkardı. Cemal SÜREYA – Sevda Sözleri idi kitabın adı. Bir mezarın başına gittik;
‘’Behzat ÖZSOY
Doğum – 08.10.1980
Ölüm – 21.01.2015’’
O mezar taşını gördüm boğazım düğümlendi, karanfiller vardı yalnızca pembe karanfiller. Anlamını sormadan söyledi ablam, Behzat abi ona her gün pembe karanfiller alırmış. Anlamı seni sonsuza dek seveceğim, bekleyeceğim demekmiş öyle söyledi ablam. Ardından kitabı çıkardı, en sevdiği şiirmiş Behzat abinin Cemal Süreya İki Kalp;
‘’İki kalp arasında en kısa yol:
Birbirine uzanmış ve zaman zaman
Ancak parmak uçlarıyla değebilen,
İki kol.
Merdivenlerin oraya koşuyorum,
Beklemek gövde gösterisi zamanın;
Çok erken gelmişim, seni bulamıyorum.
Bir şeyin provası yapılıyor sanki.
Kuşlar toplanmış göçüyorlar,
Keşke yalnız bunun için sevseydim seni.’’
Sesi öyle ezinçliydi ki, bu kasvet, bu kırgınlık ama bir mutluluk vardı gibi… Bunu okuduktan sonra diğerlerine geçti, Rahmetli Süreya’nın amma çok ve güzel şiirleri vardı. Hepsini sırayla okudu ben uzaktan öyle izledim. Kitap bitince, biraz sarıldı Behzat abinin mezarına, biraz mezar taşını öpüp kokladı. O anki acıyı yemin ediyorum size hiçbir şiir anlatamaz. Benim yüreğim burkuldu, ağlamadı Mualla ablam güçlü kadınmış taktir ettim, ben dayanamazdım. Güneş doğduğu sıralarda kalktı ve doğruldu Mualla abla, son kez öptü mezar taşını, Görüşürüz adam! dedi. Sonra bana gel Hakan gidelim dedi, yolda giderken hiçbir şey soramadım. Gel kahvemi iç ablam dedi, çıktık Mualla ablanın evine. Evin her yeri kitap doluydu, Sahaf dükkânı gibiydi ev, ah o buram buram kitap kokusu var ya ev cennete girmiş gibiydi adeta. Dikkatimi çekti evde televizyon yoktu ve çiçek vazoları bira, rakı, votka şişelerindendi. O görüntü çok hoştu, vazolara dikkat ettiğimi görünce dedi ki; Hakanım unutma! En güzel çiçekler bataklıkta yetişenlerdir. Gülümsedim bu sözden sonra, soru soramıyordum ben, kendi anlatmaya başladı sonunda.
Hakan şimdi sorarsın bu kadın, neden böyle bir gece vakti çıktı tek başına mezarlığa gitti birine kitap okudu. Ben olsam bende sorarım, anlatayım sen sormadan dedi ve gülümsedi. Ablacım, Behzat abin benim ilk aşkımdı, ilk boğulduğum okyanustu ve son olarak kaldı. Bak bu alkol şişeleri falan Behzat yaşıyorken vardı, ben ilk rakımı onunla içmiştim. Bana hep; bu rakı denen illet, içilecekse senin gözlerine bakarak içilmeli yoksa bir anlamı kalmaz derdi. Rakı içerken genelde şiir yazardı bana veya Süreya okurdu, onun en sevdiği şairdi, ben gülerdim o gülerken öperdi beni. Hayatına nasıl girdi abla dedim. Oğlum dur sezaryen mısın? Anlatacağım sabret az dedi ve devam etti. Ablam biz üniversitede tanıştık Behzat abinle, o çok asi biriydi çokta yakışıklıydı ha, tüm kampüs peşinden koşardı, koşarlardı da yüz vermezdi o. Bir gün kütüphane de karşılaştık, Cemal Süreya – Sevda Sözleri vardı elinde. Bende tanışma bahanesi olsun diye yanına gidip sordum, kitabı önerir misin diye.
‘’ Tanrı;
Bin birinci gece şairi yarattı
Bin ikinci gece Cemal’i,
Bin üçüncü gece şiir okudu Tanrı,
Başa döndü sonra,
Kadını yeniden yarattı.’’ Dedi bana.
Süreya bir tutku oldu o günden sonra, kitabı verdi okudum. Her gün başka şairlere baktım, tamam kitap okuyordum ama şiirlere bakmamıştım. Oysa şiirler bambaşka bir dünyaymış,hayallerin kelimeleştirilmiş hali gibi. Her bir şiir okuduğumda tekrar âşık oldum Behzat abine, bu böyle devam etti. Samimi olmaya çalıştım başardım da ama korkuyordum. Bakma bana öyle âşık olmaktan korkuyordum, bana korkmayan birini göstersene? Eğer gerçekten sevebilecek biriyse korkar ablam, gözünden bile sakınarak sever, öyle sevsin ki sevdiğine değebilsin. Samimiyetimi kurdum, devam ediyoruz zaten genelde kütüphane de veya kitapçıda karşılaşıyoruz, bana bazen kitap öneriyor, bazen ben ona. Bu böyle çok uzun süre devam etti, kitapçıda karşılaştık Behzat abinle, bir kitap arıyordum, Ümit Yaşar Oğuzcan- Aşka Dair Nesirler idi kitap. Şiir kitabıydı, buldum sonunda kitabı baktım onun elinde de var, gülümsedim oda aynı şekilde gülümsedi. Kitapları satın aldık, bir çay bahçesine gidip oturduk. Çayı katran gibi demli içiyordu, ben pek demli sevmezdim acı geliyordu tadı, sordum tadının acı olup olmadığını. Bana kendine yemin ettiğini ve nedenini anlattı; Mualla ben bu çayı bir gün açık içeceğim, ama karşımdaki insan o çayın arkasından gözüktüğüne değecek, yoksa benim o çayı açık içmem imkânsız, o güne kadar katran gibi demlenmiş içeceğim. Baktım yüzüne gülümsedim, bana açtı bir şiir okudu;
‘’ Bir tas zehir verin bana içeyim,
Tek unutmak için acılarımı.
Baksana; kırdılar kapılarımı,
Yağmalandı kalbim, ömrüm, her şeyim,
Kurşuna dizdiler anılarımı.
Yenik düştüm bu savaşta neyleyim,
Bir mezar nasılsa işte öyleyim.
Unuttum en güzel şarkılarımı,
Gündüzü yok upuzun bir geceyim.
Yitirdim umut kırıntılarımı,
Sevgimi, neşemi, bütün varımı…
Çaresiz bir yokluğun içindeyim,
Gömdüm içime yıkıntılarımı,
Arıyor bir yarım öbür yarımı.’’
O son satırı okurken gözlerime baktı Hakan, kurtar beni der gibi gözlerime baktı. Çayımdan bir yudum alıp gözlerine bakıp anlattım hislerimi. Sevdiğimi söyledim, o da bana karşı boş değildi biliyordum. Güldü ve elimi tuttu, yüzümde istemsiz bir gülümseme oluştu. Ben öyle sevgili mevgili işleri bilmem, Behzat abin öğretti. Böyle de devam ettik birkaç sene, bana bakardı, parmak uçlarımdan, avuç içlerimden öperdi. Sonrasında evlendik, Behzat öyle bir adamdı ki, tartışırdık giderdi çay koyardı, yeni kitaplar alıp gelirdi bana. Evin halini görüyorsun ya, her taraf kitap dolu binlerce kitap var. Hepsini beraber okuduk onunla, bazen ben ona bazen o bana… hayatımız güzeldi anlayacağın be Hakan. Her şeyi unutmuştuk, tüm gerçekliği. Sadece o, ben, kitaplarımız ve bu pembe karanfiller vardı.
21.01.2015’ti Hakan, bir telefon geldi. Trafik kazası yapmış Behzat’ım, hastanede durumu kötü olduğu haberi geldi, otobüsteydim apar topar indim gittim. Ben oraya gittiğimde, ambulanstan yeni indirmişlerdi, ruhu tamamen çıkmadı yani, elini tuttum ağlamaya başladım. Bana; Sakın ağlama benim için dedi. Son isteği bu oldu Behzat’ımın, orada onun için ağlayamadım, benim içimde kıyametler kopuyor, ağlayınca geçer diyorlar, ağlasam geçer mi ablam? Ölüyorum ben, onu ilk günkü gibi özlüyorum, avuçlarımdan öpmesi, saçlarımı taraması, canım yanıyor ablam, çok acıyor. Ben onun mezarını öpüyorum, toprağını kokluyorum. Baktım kötü oldu, yat abla dinlen sen dedim. Gitti yatmaya, bende eve giderken oturdum kamelyanın birine ağladım, benim canım böyle yandı o kadın ne yapsın? Sözleri, yaşadıkları, acısı, hayat çok kısa bir kez daha öğrendim. Binlerce boşa yaşayan insan varken, mutluluğa kavuşanlar ölüyor. Hayat neden bu kadar çok fahişesin? O kadın hep eksik kalacak, bir yarısı yok. Yıkık dökük bir harabe orası, yine bir kayboluş, yine bir yıkım orası Mualla ablamın kalbi…

Acılarınıza rağmen iyi olmanız dileğiyle...
|