Ve sen, sancı dolu gecelerimi aydınlatan adam! Yeniden karşımdasın. Sancılar içinde sabahı bulmayı beklerken kendi içimde kaybolduğum anlarımda hep sen varsın. Yanımda onlarca insan varken kilometrelerce uzaktan beni düştüğüm karanlıktan çıkaran bir tek "sen" varsın. Ama aynı zamanda yoksun da. Sanırım benim sana en yakın olduğum yer orası, karanlığın dibi, gecenin körü, sabahın 5i... Sana keşke demek istemiyorum, bu kadar çaresiz değiliz, olmamalıyız. Çaresizlik bir nevi umutsuzluk çünkü. Umudu olmayan insan yaşamaz ki hiç, yaşamamıştır. Oysa biz nelerimizi vermezdik yanyanayken aydınlanacak sabahları umut etmek için. Öyle değil mi? Şimdi hiç bitmesini istemediğimiz geceler, sana en yakın olduğum karanlık, yanımda olsaydın hemen yok olurdu, biliyorum. Dostoyevski'yi tanır mısın bilmem. O der ki: "Eğer tabiat kanunları sizin acınızı görüyorsa, onu dindirebilecek gücü varsa ve dindirmiyorsa, ona acı çektiğinizi belli etmeyin, acınızla mutlu olmayı öğrenin". Ne dersin? Bu acının neresinden tutsak mutluluk getirir? Aslında biliyor musun, olmayacağını düşündüğü şeyi umut ettiğinde insan, mutlu olma ihtimali daha yüksek oluyor. Çünkü onu umut etmek, bir süre sonra onu yaşamaktan daha çok zevk veriyor. Biz de imkansızlıklarımızı umut ederek mutlu olmayı başarabiliriz. Tabi sen şimdi böyle yaşanmaz diyeceksin. Umut etsek elimize ne geçecek diye soracaksın. Belki saçma gelecek tüm bunlar. Ama bir düşünsene, imkansızlığını bile bile bir mutluluğu umut ediyorsun ve hava aydınlanıyor... Sence de çok güzel değil mi?

|