Mevsimlerden kışa döndü hayat. Herkeste bir tembellik, bir üzüntü. Kara bulutlar dolaşıyor şehirlerin üstünde. Bazen hayat yükünü taşıyor, bazense sağanak yağmurları. Arada çiseliyor içindekileri. Bazen yıldırım olup haykırıyor, bazen usul usul süzülüyor sessizce bir kar tanesi edasıyla.
Üşüyor bedenler ağır koca montların içinde. Daha sıkı sarılıyor atkısına, beresine. Belki de yanındaki sevdiğine. Uzun uzun sohbetler , sıcak bir çay eşliğinde donatıyor evlerimizi. Bazen sevdiklerimiz, bazen yalnız bir başına geçiyor zaman.
Akıp giden mevsimler hatırlatıyor bizlere gidenin mevsim değil ömür olduğunu. Ömür derken insan olduğunu. İnsan varken de her şey olduğunu. Yani kısacası biz olduğumuzu hatırlatıyor her daim. Yavaşça kıvrılıp hayallerimin içine düşlüyorum geçen ömrümün altın günlerini. Sobada yanan odun sesleri bana da eşlik ediyor ince sazıyla. Bir o söylüyor bir ben dinliyorum. O anlatıyor derdini, ben eşlik ediyorum sesimle gelecek kaygılarına. O bir odun, yanmak için gelmişken hayata ben bir insan olarak düşünüyor muyum hayat denen gerçekleri. Ya da gerçek olduğunu sandığım hayalleri.
Neden yazdım bunları dersem eğer, bende bilmiyorum. Geçen günlerimde içimde anlayamadığım, kendime bile itiraf edemediğim duygularımı, anlatamak istedim. Belki o anlar beni, o dinler diye. Bugünlerde dinleyen az olunca.

|