Adımlarını atarken saplandığın balçıklı toprak, ıslanan pantalonunun paçasını sıvayamamışsın daha. Acelen var. Rüzgarla hep bir mücadele var. Sen nereye gitsen yüzüne çarpıcak illa. Hafif hafif darbeler bedenine, yavaşlatsa da durduramıyor. Dünya durmuş gibi oysa. Kurumuş yapraklar, sararmışlar. Yine de düşmemişler yaşlı ağaçtan. Yeşil parlayan yeti yetmelerin yanında yabancı kalmışlar. Boynunu çevirdikçe az da olsa hareketleniyor sonbahar. En azından göç eden kuşları görüyorsun. Cıyaklayışları geliyor kulağına kadar. Şaşırıyorsun farkındasın bugünün. Pek rastlanmaz kendini bırakman ama halkalı kütüğe yaslıyorsun sırtını yavaşça. Gözünü yumuyorsun. Çökerken çamura battın. Paçalarından içeri giriyor bir ıslaklık. Ağır kokuyor. Sırtın reçineye bulanınca çekmek zor oluyor ama kalkıyorsun er geç. Kalamazsın, kalkacaksın. Buraya ait değilsin çünki. Sen hiçbir yere oturamayan parçasın. Ne geldiğin alem ne dönüştüğün insanlar benimsemiyor seni. İstemiyor. Sert esen rüzgar, kurumuş kırlmış toprak sana burun kıvırıyor. Oysa ölüme dahi kucak açmış doğa ana. Peki ya insanlar neden onlara ait değilsin. Sandığın çok oldu. İnsanlar belli etmez hislerini, yüzüne vuramaz doğa gibi. Ağzına sıçar, ruhun duymaz. Ne için didiyorsun yıllarıdır o zaman? Hizmet etmek için mi? Kime iyi de seni terk eden ailene mi, yüzüne bakmayan çocuklara mı, kovan patrona mı, arsız sevgiliye mi? Para, para,para… Neden kazanıyorsun onu, kim istiyor? Senin istemediğin belli. Parayla düzelecek dertlerin yok senin. İzlerine yara bandı olamaz, akan acılarını tıkayamaz para. Sevgi satın almak mümkün mü acaba? Ömür boyu taksitle. Mümkün bence. Değilmiş, yoksa şuan burda işin ne, bu sorular neden beyninin her yerinde? Bu kadar düşünmesen, hesaplamasan kendini, zorlamasan kafanı işleyişiyle dünyanın; o senin etrafında dönerdi. Arz talep meselesi en çok isteyen en ümitli, hayalperest eli boş dönüyor yuvasına. Peki dönecek yuvası olmayanlar ne yapsın, ben ne yapayım? Ne mi yapsın? Umursamasın, görmesin, konuşmasın mümkünse. Bir yuvayı yuva kılan sevgidir. Düşündükçe kusur bulursun, buldukça çatışırsın, düzeltmeye çalışırsın. Kimse sevmez zıtlığı. Ak kara, doğru yanlış, yoksul, varsıl. Zıtlıklardan başka bir şey bilmedik ki biz. Her şey zıt bize, biz de her şeye. Bari bunu gizle. Bir parçası olmasan da sıkı sıkı tutun. Seni koparmalarına izin verme, körü körüne düşmeyi de bekleme. Yerinin doldurulmasını da. Sen özelsin, değerlisin. Kibrin olsun biraz sistemden düşmemek için az buçuk kibir şart çünkü. Başkalarını hafife alacak kadarr büyük gör kendini. Küçük dağları ben yarattım de. De demesine ama bunu söyleyecek kadar aptal olma. Hep alttan al. Ala ala alta çekebilirler seni. Mümküdür, çok sık rastlanır. Yalanlarının gerçekliğine dönüşmesi an meselesidir. Rüzgarın yüzünü felç etmesi, elmanın başına düşmesi, yerin dibine batman bir saniyeye bakar. Düşmen kadar çıkman da kolay olsa keşke. Öyle olmuyor işte. Küçükken oynadığımız kafaya vurmalı oyun var ya, hadi yeme bizi anladın sen de ne olduğunu, işte o şekil sıkacaklar kafamıza kafamıza. Nasıl kaçacaksın bir sürü olacaksın. Bir soldan bir sağdan bir aşağıdan çıkacaksın. Rengin değişecek, boyun büyüyecek küçülecek. Türlü türlü hallerin olacak sen giyeceksin yakışanı. Ya yakışmıyorsa giydiğimiz hiçbir şey? Yaşam bir beden büyük geliyorsa üstümüze sarkıyorsa, dar geliyordur buralar yetmiyordur. Kırışmış buruşmuştur. Ya da ütülense de dışımız içimize dokunamayız. Dokunabilecek kişiler de bir bir gitmiştir hayatımızdan. Yalnızlık inceden inceye üflüyorsa bir soğuk basmıştır belki sana. O yalnızlığa sarıl. Omuzlarını ört. Yüzünü sakla yünlü kollarınla. Turuncu bir kazak giymişsin. Bol gelmişsin sana bugün dünya. Ağır; sen hafifsin. Ağacın üstündesin. Yapışmışsın dallara. Değil rüzgar kasırga bile esse düşüremez seni sırası gelen gidecek. Ben kalacağım. Ben hak ediyorum. Her şeyin en iyisini hak ediyorum diyeceksin. Ve o zaman göreceksin sarı kuru yapraklarının kağıt gibi dökülüşünü…

|