Güneşin ışıklarının cümbüşünü kısıtlayan gri bulutların, göğü kirli beyaz bir dantel gibi süslediği ve yaz mevsiminin son demlerinin tükenmeye başladığı bir 10 Eylül sabahı. Ilık yağmur damlalarının biriktiği kaldırıma, adımları dans edercesine dokunan kırmızı Fransız bereli kadın, beyaz pileli eteğine hafifçe sıçrayan yağmur suyuna aldırış etmeksizin, yüzüne yapışmış bir tebessümle yürüyor. Yağmuru ve gündüzün keskin beyazıyla gecenin tok siyahının sentezi olan, geceyle gündüzü iç içe hissettiren bu yağmur kokan gri havayı çok seviyor. Onu medite eden bu düşünceler eşliğinde saate bakıyor ve her zaman aynı saatte bindiği otobüsünün gelmesine birkaç dakika kaldığını görüyor. Adımlarını hızlandırırken, her biri kendi hayat hengamesine doğru koşuşturan şemsiyeli insan kalabalığının bir köşesinde beklemekte olan, yamalı ve üzerine bol geldiğinden dolayı başkasının eski kıyafetleri olduğu belli olan giysilerin içinde kaybolmuş zayıf vücutlu, yanık tenli 6 yaşlarında bir çocuk dikkatini çekiyor. Yağmurun, kendisine verdiği huzuru ve neşeyi ona vermediği çocuğun birbirine titreyerek çarpan küçük çıkık çenesinden belli oluyor. Yağmurda ıslanan kıyafeti gitgide çocuğun üzerine daha fazla yapışırken kadın az ötede şemsiye satmakta olan adama yönünü çeviriyor. O sırada binmesi gereken otobüs duraktan geçiyor. Şemsiye almak üzere şemsiye satıcısının yanına ulaştığında onunla aynı anda siyah keten pantolonun üzerine beyaz gömlek ve açık kahverengi bir palto giymiş genç bir adam da şemsiye satıcısına yöneliyor. Adam siyah, kadın beyaz bir şemsiye alıyor. O sırada yüzünden neşe saçan kırmızı Fransız bereli kadının uzun kirpikli iri siyah gözleriyle genç adamın hafif çekik ela gözleri birbirine bakıyor. Adam, kibarca ve gözlerindeki ışıkla kadına gülümsüyor. Kadın da yüzünü aydınlatıp daha da güzelleştiren tebessümüyle karşılık veriyor. Birbirlerinden birkaç metre mesafede aynı tarafa doğru ilerlerlerken adam bir an için kadının tebessümünün hayatında rastladığı en güzel gülümseme olduğunu düşünüyor. Kadının da zihninin bir köşesinde açık kahverengi paltolu adamın ela gözleri parlıyorken, diğer köşesinde yanık tenli dilenci çocuğun yağmurdan ıslanmış saçları titriyor. Çocuk, hızlı adımlarla ve güleç yüz ifadesiyle aynı anda kendisine yönelen kadın ve adama minnet ve şaşkınlık karışımı bir duyguyla bakarken kadın ve adam da küçük çocukla aynı hayreti paylaşıyor. Adam çocuğun ıslak saçlarına şefkatli bir dokunuş kondururken, aynı anda kadınla yeniden bakışları buluşuyor ve aynı otobüs durağına doğru yürürken, iki sene sonra ahşap bir çerçevede bulunacak olan ikisinin ve gözleri kadına, burnu adama benzeyen minik bir bebeğin fotoğrafının hikayesinin başlangıcı olacak koyu bir sohbete dalıyorlar.].......... [Yazın son vakitleri olmasına rağmen güneşin buram buram her köşeyi aydınlattığı, sıcak bir 10 Eylül sabahı. Adımları kaldırımı dövercesine ilerleyen, gözlerinin güneşe olan hassasiyetinden dolayı siyah bir güneş gözlüğü takmış beyaz etekli kadın asık bir yüz ifadesiyle saatine baktıktan sonra yetişmesi gereken otobüsün gelmesine birkaç dakika kaldığını görüyor. Adımlarını olanca hızıyla sıklaştırıyor. Bakışlarını, hıncahınç farklı yönlere doğru ilerlemekte olan kalabalığa rağmen yere sabitlemişken, insanların kendisine dikkatlerini vermesi için yalvaran bakışlarla ve kısık sesiyle dilenen yanık tenli küçük çocuğu fark etmiyor. Durağa ulaştığı anda gelmiş olan otobüse biniyor ve durağı gören cam kenarına derin bir nefes alarak yerleşiyor. Otobüs hareket etmeden evvel, bakışları, durağa yürümekte olan beyaz gömlekli, siyah keten pantolonlu bir adama denk geliyor. Otobüs duraktan ayrılıp şehrin kalabalık trafiğine doğru sürüklenirken, kadın kısacık bir an için, adamı bir yerden tanıyormuş hissine kapılıyor.]

|