MÜSTAKİL HANE Gökyüzünde metalik gri bulutların kol gezdiği bir Aralık sabahında, İzmir’de çocukluğunun geçtiği müstakil haneyi izlerken sigarasını ciğerlerine derin derin çekti. Sigara dumanının puslu ve soğuk havaya karıştığı anda aklına düştü geçmişin yaprakları. Sigarayı ayağının altında ezerek söndürdü. Müstakil haneye giderken ayaklarının ağırlaştığını hissetti. Geçmişin geçmişte kaldığını kabullenmek zordu ama kadere karşı yapabileceği bir şey de yoktu. Bunun gibi onlarca düşünce ve geçmişe özlem dolu duygularla müstakil haneye adımını attı. Babasının damarlı ve benli ellerini bir çocuğu sever gibi sevdi. Dikenli telleri anımsatan aklaşmış sakallarını okşadıktan bir müddet sonra komodinin üzerine bir tane elma bıraktı. Onun sevdiği elmalardan almıştı. Neden çiçek getirmedi diye kendine kızdı. Yapacak bir şey yoktu artık bu saatten sonra. Filipinli bakıcı ona bir isteğinin olup olmadığını sordu. Hayır, ondan isteyeceği herhangi bir şey yoktu, sadece şu elma poşetini mutfağa koysun yeterdi. Az sonra yetişmesi gereken bir toplantı vardı aklı o toplantıdaydı, bir an önce yola düşse iyi olacaktı. Son bir kez daha hüzünle baktı babasına. Babasının soğuk ellerini sıkarak müstakil haneden ayrılıp yola koyuldu. Bir yüzü al diğer yüzü ise sarıyla yeşil alaşımı misket elma öylece komodinin üzerinde dururken odayı saran ekşimsi ve çürükümsü koku odanın her köşesine sinmişti. Odanın sessizliğini elma kurdunun sesi bozuyordu, gün ışığına çıkmak için elmanın içinde amansız bir mücadele verdiği belliydi. Nihayet akordeon gibi katmanlı pembe ve mumsu başını dışarı çıkardı. Gülle gibi gözleri ile bir güvercin ürkekliğiyle odaya göz gezdirdi. Mahpushaneyi andıran odaya sinmiş ekşimsi kokuya, yalnızlık ve çaresizlik kokusunun karıştığını duydu. Orkestranın davulu gibi itici ve rahatsız edici bir ses duydu aniden. Korkudan gözleri yerinden çıkacaktı. Bu sesin, ihtiyar adamın yanı başında duran cihazdan geldiğini anladı bir süre sonra. Canavar cihaz odadaki sessizliği silip süpürmüştü adeta. Üzerinde yanıp sönen yeşilimsi ışıkların ne anlama geldiğini bilemedi. Doğru ya kendisi doktor değildi, alt tarafı elma kurduydu. Vişne kırmızısı duvarlarla çevrelenmiş odada anlamlandıramadığı bir ses duydu birden. Halinden pek memnun olmanın esamesi olan gırlamanın Şifa’dan geldiğini geç de olsa anladı. Adeta bal küpüne batırılmış gibi tüylere sahip ve bir o kadar tatlı kedi, yaşlı adamın hemen yanı başında kendinden geçmiş gibi boylu boyunca yatıyordu. Yaşlı adamın kalemi andıran damarlı parmaklarının yatağın kenarından Şifa’ya doğru hareketlendiğini gördü. Ha gayret az kaldı kadifemsi başını okşa, ondan gıdık al... Ne kadar uğraştıysa da yaşlı adam sevimli tüy yumağına dokunamadı. Keşke ona yardım edebilseydim diye aklından geçirdi elma kurdu. Şifa esnedi, boncuk gibi yuvarlak gözlerini açtığında yaşlı adamın onu seyrettiğini gördü. Şifa, derin derin ve keyifle esnerken yaşlı adama gülümsedi sanki. Onunla geçirdiği güzel günler gözlerinin önüne geldi: “Her akşam kapının ardında beklerdim seni. Senin gelişini ayak seslerinden tanırdım. Eve girer girmez ayaklarına dolanırdım, bu sevgi dolu davranışım karşısında sevinir ve beni fazlasıyla ödüllendirirdin. Senin kalbin deniz gibiydi, herkese yer vardı. Kapı aralığından sızan güneş ışığının cazibesine kapılarak usulca süzülüp odadan çıktı Şifa. Onun odadan ayrılmasıyla yaşlı adam yine yapayalnız kaldı vişne kırmızısı odada.

|