Terli terli su içmiş bir çocuktum. Uzun bir yolculuğa çıkacakmışım gibi bir his vardı içimde. Biraz midem bulanıyordu ama kendimi güvende hissediyordum. Sokakta tek başıma ne oyun oynayabilirim anlayamamıştım. Kuluçka dönemi bitmemiş kuşları bekler dururdum. Bir gün sokakta yediğim sandviçi kenara bıraktım ama kuş yoktu bizim mahallede. Bir sürü çocuk vardı. Güzel günlerden anladığım okula gitmekti ve tatil ne demek tam anlayamamıştım. Birçok şarkıyı evde ezberlemiş olmam epey işe yaramıştı. Okulun tadını çıkarıyordum. Sayfanın kenarlarındaki çizgiler beni düzensiz olduğuma ikna etti. Kitaplarımı kapladığımda potluk yapardı ve resme karşı da kabiliyetsizdim. Kalp çizdiğimde biri dövmelerden bahsetti sanırım ve bütün geleceğim gözümün önünde canlandı. Dövme yaptırmayacaktım. Gözüme limon sıkıp ağlıyor gibi yapmıştım ilk uygunsuz yakıştırmayı duyduğumda derslerime dair. O nedenle yara almak istemiyordum. Küçükken bir kez arabanın birine taş atıp kaçtım ve arabaya bir şey olmadı ama annem bebeklerini yıkadım dediğinde ona bu anımı anlatmak zorunda kaldım. Çok fazla müzik dinlemezdim ama duyduğumu da asla unutmazdım. Bu bir müzik kuralı değildi benim için, daha çok bir kabiliyet meselesiydi. Elimden tutan olmayacaktı. Tek bildiğim müzik öğretmeni olmayacağımdı. Çocuklu bir grup insan gibi görünüyordu veliler okulun ilk günü... Ailemi onların arasında görünce inanılmaz bir güvenle “hoşça kalın” dedim içimden. Kendime iyi bakacaktım. Annem bebeklerimle hiç oynamamamdan yakındı durdu. Ben doğduğumda ağlayamamışım. Belki onun etkisi oldu, bilmiyorum ama hep bir hastalığı yeni atlatmışım gibi hissederdim kendimi. Bazı şeyler nedensizdir. Sokakta ip atladığımızda atletik olduğumdan emindim. Bisiklete bindiğimde ise hecelemeyi yeni öğreniyor gibiydim. Bisikletle gezecek çok yer olmalıydı. Şehirde köpek gezdiren insanları çok severdim. Hayalperest değildim ama duyduklarımı asla yabana atmazdım. Bir müjdeli haber beklerdim insanlardan, hayatın anlamına dair. Kesintisiz televizyon yayınları henüz başlamamıştı ve hediyelik eşya baktığımızı hiç anımsamıyorum. Eve televizyon geldiğinde bana hediye gelmiş gibi hissetmiştim. Kuru fasulye yemek isteyenler varsa, derdi annem, yesin... sanki seçenek sunmuş gibi hissederdim kendimi. Salata yemeden kalkmazdık masadan ama pilavı az yesem de olurdu. Bir gün bütün gün hiçbir şey yemeyip elimdeki çekirdeği ağzıma attım ve fazla düşünmemeye çalıştım bunları. Okulda her gün yemek duası yapardık. Fındık iyi de kuru üzüm olarak hoşafı tercih ederdim. Dedem sürekli “eşek hoşaftan ne anlar” derdi. Kırmızı kurdele takılmış gibi bir mutlulukla hayatımın boşa geçmeyeceğini anladığımda panodaki resmime baktım. Hatıra defterimde sadece üç kişinin yazısı var diye biraz üzüldüm. Sade giyinirdim. Ağladığım zaman beni kimse tutamazdı. Çok arkadaşım yoktu ama beni çok sevdiklerini zannederdim. Kulaklığımı takıp italyanca bir şarkı ezberledim. Kimseye okumadım ama her çaldığında okuyabildiğimi fark ettim. Konservatuvarlıların arasında olmayı düşünmedim bile. Enstrüman çalacağımdan emin değildim. Seviye sınavından aldığım notu duyduktan sonra ders ne hakkında unutur giderdim. Mutluluk diye mezuniyete diyordum ama bazı küçük mutluluklar da yakaladım. Hayallerimde hep daha iyi bir deniz yosunu bulmak vardı. Denize girmesem de olurdu ama bunu tartışamazdım. Kuralları basit oyunlar sıraya dizildi. Pazar günleri kızmabirader, Salı geceleri Scrabble falan oynardık. Milyoner de oynadık. Karagözü hiç kaçırmazdım. Eşofmanlarımı giydiğimi değil de önlüğümü çıkardığımı düşünürdüm hep. Bu özgürlük demekti benim için. Evde sular akmadığında çok fazla düşündük bazı şeyleri ve çalışıp ülkeye faydalı olmaya karar verdiğimizde suların temiz olup olmayacağı söz konusuydu. Sabitlenmiş bir ses tonuyla kadife sesli sanatçılar sunanları izlerdik. Yaşam hakkında düşündüğümde hep bir çocuk şarkısı gelirdi aklıma. Küçük Ayşe, Arap Kızı, İnatçı Keçi gibi şarkıları ne zaman ezberlediğimi çok da anımsamıyorum. Köşe kapmaca oynardık ama ellerimi yıkamadan asla bir şey yapmazdım. Ağaç bile biraz tozlu gibi gelirdi bana. Sadece bir litre su içmek için hayatın küçük zevklerinden vaz geçemezdim. Su sağlık demekti belli ki. İskambil kağıtlarıyla da fal açardık ama hiç çıkmazdı. Aptal şeyler sorardım. Sınıfta resmini gördüğüm şeylerdi bunlar. Bir gün çok mutsuz bir günde leblebi tozu aldım ve bunu hep aynı yerden almaya karar vermiştim. Temizlik kurallarını bozmamak anlamında üstün bir kabiliyetim yoktu ama çirkin bir kız değildim. Arkadaşıma deli taklidi yaptığımda o da bana inanmış gibi numara yapmıştı. Çok gülmüştük komşumuz biz çocuklara üç tencere hamur kızarttığında. Saçlarımı örmesi için hemen herkesten yardım isterdim. Abim saçıma süt döktüğünde ağlamıştım, bir damla süt yüzünden. Kaderimi nasıl yaşayacağımı bilmiyordum ama bazı şeylerden emindim. Emin olduklarım elendi bir oyunda çoğu zaman ama elimden gelse daha çok severdim satrancı. Kendime bir kitap aldığımda yağmurluğumun içine sakladım ve arasına bir kuru gül yaprağı koydum. Ben de çok hevesli değildim ama yastığımın altında sabır taşı yazmıyordu uyanmak anlamında. Erken kalkmayı çok severdim ve bir dakika içinde uyanıp yataktan çıkardım. Sadece bir tebessüm etmek için de olsa insanlara selam verirdim. Gözde mekanlarım arasında mahalledeki lahmacuncu vardı. Büyük bir bayram gününün tüm mutluluğunu geride bırakırdı tatlılar. Bunları İngilizce yaz ve öğretmen ol dedi bir arkadaşım. Köye gittiğimizde kolay uyum sağlamıştım. Yollar bizim evin önünde de çamurdu zaten ama köyde bir başka. Çizmelerim yarım metre çamura battı ve sakızımı yuttum. Kara saplandığında ise kardan çıkaramadım. Yuvarlanarak gittiğim mutfaktan üzüm aşırırdım. Meyveyi çok severdim ve köyde ağaçlarda çoktu. İncir ağacı bizim evin önünde de vardı. Dutu şimdi unuttum. Gözlerimi açtığımda evdeydik ama annem sabah okula gitmişti ve ben ödevimi yapmadığımı anımsadım. Bir an önce bitirip öğlene kadar gidebilirdim ama saçlarımı toplamamıştım. Hazırlanıp bir resim yaptım fakat panoya asılmadı. En güzel günlerden biri dündü çünkü dedemler bizdeydi. Okulda bir iki sorun yaşandı, aşı olduk ve ben hafif başım dönüp uyudum. Dönüşte bir şey olmaz dedi anneannem ve beni tekrar okula yolladı. Çok güzel şiirler okudum ve kendim evdeki şiir kitabından seçmiştim. Bütün okul okuduğum şiiri dinledi ve biz sınıfta şarkı söyledik. Heide ile geçen günleri özlemiştim. Yağmur yağdığında üstüne acı salça sürüp yediğimiz ekmeği de özledim. Anayol, ana fikir, anadolu ve ananas üzerine yazdığım yazı güzeldi ama dünyada güzel duyulmadı “an nedir yahu”! Ankara’ya gitme saplantım olmadığını fark ettim. Kırmızı bir elbisem vardı ve altında bir şalvar vardı, onu giymiştim. Bir yere gidecek gibi giyinmeyi ayrı şeydi, bir yerden eve dönüyor gibi giyinmek ayrı şeydi. Kafamın içinden uçaklar kalktı adeta ve insanlar şehirlerarası yolculuk yapmamak için türkü okumaya başladı. Kolay değildi sansüre uğramadan bir şey yazmak. Doğduğumda yalnızlığıma renk katan bir şeyden fazla haberim yoktu. Kendi odamda vakit geçirmeye başladığımda samimi olarak televizyonun tozunu aldığıma sevindim. Bulaşıkları da yıkamıştım. Mutluydum ve de güzel bir günden anladığım her şey oldu. Şu babası ölecek olan dediler, sevgilin. Ne demekse artık, bir kitapta okumuşlardır sanırım. Peter ile davalı değildik, anımsıyorum, ekmeği sevdiğini. Ekmek severdi, öyle değil mi? Kurnazca her günkü yoldan eve döndük. Yolun kenarında bir aslanağzı bitkisi vardı. Ortancaları olan bahçede uzun bir yürüyüştü bu. Kalbimde temiz bir sayfa açtığımda hayattan umutluydum. Kaderi bir yazı gibi önüme alıp gördüğüm tek kedi hakkında bir şeyler yazdım. Dayımın kedisiydi, çok da iyi bir kediydi. Aslında bizim kedileri sevmemiz çok daha normal değil miydi? Körler için bir seminer düzenlenseydi mutlaka kitap okurdum onlara. Travmatik bir duygu yükü vardı üstümde ama pillerden biraz daha iyiydim. Saygısız ve terbiyesiz bir kadın vardı, suçu neydi hiç bilmiyorum ama kendisinden öyle bahsediliyordu gazetede. Haberin başını yakalayamamıştım tam... Ayrılık haberleri beni üzmüyordu henüz. İnsanlar ne yaptıklarını bilmiyor ve oradan oraya sallanıyorlardı. Ağaca çıkıp oturduk bir arkadaşımla yolun kenarında olmasına fazla şaşırmamıştık. Vardı yolun kenarında ağaçlar... leylekler evin karşısındaki bacaya yuva yapmışlardı. Gerçekten de bir avaz avaz bağırdı. O senden sonra doğacak diye. Televizyonda isimlerimizi dinliyorduk. İsimlerimizin çıkmaması beni üzmedi ama o kadar isim ne diye sıralanmıştı acaba? Lider ruhlu olmadığımı anladım birden. Şarkıyı ve şiiri çabuk okudum ama lider ruhlu değildim. Kantinden bir tost aldım ve yedim. Annemin yaptığı sandviç de fena değildi. Bir bütün gün sahilde yürüdük. Balon alıp tavana yapışmasını izledik. Sokağa her çıktığımda biri bağırırdı. Adam bağıra bağıra evine gitti. Mahallenin delisiydi belki ama onu bir daha görmedik. Yaygın kanıya göre her gün eve döndüğüm yoldan eve dönersem mutlu olurdum ama herkes mutsuzluk diye bağırıyordu. Çaba harcamak için kendime bir oyun seçtim. Kartlardan ev yaptım ve zamanda yolculuğu yine izledim. Hiç kaçırmazdım zaten. Bazılarının ilgisi çabuk dağılır. Bazı insanlar kendilerini benimle kıyaslamadan yaşayamayacak gibiydi. Bunu hazmedemiyordum, notlarım düştü. Çalgıcı çingene çok mu mutluydu sanki? Yazlıktan döndüğümüzde tatilin ortak bir keyif olduğunu anladım. Bu kadarını herkes diyebilirdi ama bazı idealist çalgıcılar kafamın içinde şarkı söyledi. Korku tünelinden geçerken ağladığımdan daha fazla bir hayal kuramayacak mıydım? Çocuk olarak insan kaç kelime konuşabilirdi ki? Birden genç kızlık şeylerini dergilerde aramaya başladım. Adam çok süper bir star ama elindekinin değerini biliyor mu? Kefen nedir diye düşündüm bir gün! Kefen. Keten diye düzelttim. Cenaze arabasını görünce yani sokakta... Aslanağzı yerinde duruyordu. Sorun değil ama ben de anlamsız buldum ağlamayı. İnsan neden boşuna ağlar durur, anlayamıyorum. Sorun olmayacaksa dedim, kahveyi ben yapayım bugün. Kahve yapmayı öğrenmiştim ve bu yeterince güçlü bir duruştu ama kahve çekirdeği öğütmeye de bayılırdım. Kantinde sıranın en arkasındaydım. Kantin için bir süre okulun merdivenleri lafını kullanmak zorunda kaldık. Orada sınava hazırlanıp, erken çıktım okuldan. Annem eve döndü. Günü nasıl geçmişti acaba? Evde yeni ayakkabılarımla uyudum. Yanağımın altına koyup, uyudum ve mutlu oldum. Sargı bezi isteyen bir hemşireyi andırıyordu ayakkabılarım ama üstündeki kar deseni de fena değildi. Gemiler ve denizden geçen kayıklar bir manzaranın sonsuzluğunun bir parçasıydı. Sadece kartopu yapmak için değil de kışın evde müzik dinlemek için falan... tersine bir düşünce üretmem gerekseydi yalnızlığıma küstüğüm kadar küserdim herkese. Sorun değil yani ağlamak, çok da sevdiğimden. Ayıp olmaz merak etme. Çocuk doğunca anladılar bir çocuk olduğumu bir zamanlar. Bazıları anne olarak doğar ve bazıları da misafir ağırlar. Akıllı olduğumu düşündüğüm konular hiç de toplumda kolay kabul görecek gibi değildi. Basit bir matematik sorusunu çözerken bu hayatta ne işime yarayacak denilmesinden hoşlanmıyordum. Sayısız fikir arasından biri bile televizyonu açıp izlemek değil miydi? Dedemlerin evinde huzur vardı. Mutlaka televizyonu açıp haberleri izlerdi. Kıyafetlerimi düşündüğümde aklıma hep en son aldığım etek geliyordu. Dolabı açmam lazımdı anlamak için en son neyi makineden çıkarıp ütülediğimi, öyle mi? Bu saçma şeyleri düşünmeyi sevmezdim. Okumak güzeldi ama yazarken de bu sorunları yaşamıyordum. Birden mahallede bir dergi furyası başladı. Sanki hepimiz aynı dergiyi aynı yerden alıyorduk. Komik bir şey okuma alışkanlığı olan insanlar rahatlıkla çarpım tablosundan söz edebiliyordu. Kısıtlı harçlığım yoktu, bana yetiyordu. Bir şeyi almak isteyince alırdım. Hepsi bu. Yani karanfili neden seviyordu? Karanfil türküsü diye mi? Bugün ne yapabilirim dedim yine. Bütün gün boş geçecek gibi... Ne yapabilirim? Kandırılmış olmak güzeldi. Annem bana bir mumlu kalem serisi almış. Onlarla hiç ama hiç önemsemediğim bir şey boyadım. Görünürde buydu. Pratikte önemliydi. Önemli olan boyamaktı. İçinden kürdan çıkan sevimli peçeteleri masaya koydum. Misafirler geldi. Küçücük kurabiyeler yanmıştı tabii. O kadar küçüktü ki boyut olarak yanmışlardı. Kollarımı açıp kırda çimlerin üstünde koştum. Yıllarca ama yıllarca koştum. Yusuf’un sayfasıydı o, bu şekilde okunmazdı. Bir Yusuf Masalı İsmet Özel -okumak isterim. İsterim evet. Eve döndüm gene sokaktan. Öğle uykusundan güzel ne varsa yapmış gibi. Güzellik uykusu derdi annem. Doğru. Çocuklar çok daha güzel yemek pişiriyordu belki ama benim ödevim çoktu. Kafamın içinde bir kız çocuğu vardı. Benim oğlum olacak dedim ve küçük askeri okudum. Oysa ki sorunsuz yaşayan biriydim eve tabanca oyuncak almadan evvel. Normalde kızlar bebeklerle oynar tabii ama bazen. Babam bir bebek arabası almıştı Ankara’dan, onu anımsadım sanırım. Belki de maria maddelana bir sorun yaşamıştı dünyada da ondan. Tüfekli asker gördüğümü asla unutamadım o yüzden de öyle mi? Olsun ama lanetlenmemiştim. Biri bize lanet okumayı da henüz öğretmemişti. Bütün bunlar bereketlendi yağmur yağdıkça. Hayallerimde müziğe önem vermek vardı ama mum duruşuna daha yatkındım, sokakta hoplayıp zıplamaya. Beni arkadaşlarım kurtulma isteğine itti çoğu kez ama ağlamadım onlar yüzünden, bir deli arkadaşım olduğunu iddia edene kadar. Okuma bayramında küçük kız şarkısını okumuştum, ondan mı? Bilinçaltıma yüklendi insanlar öyle mi? Internette şiir okurken görünen cinsten hem de! Onda bunda şundadır dedin mi, bittin sen. Sen ünlü değilsin Gonca, sen sadece cehenneme şiir okuyorsun ihanetin sırrına vakıf türden. Üç günde anladım bunları ama sınırlarımı çizmedi. Hayalimde bir kavga gördüm, abim beni hiç dövmedi. Bir gün oyun oynarken çok sıkıcı bir şey olduğu gibi de değildi hayat ama öyle sanıldı. Biz çünkü değişik sınıflardaydık ve bu durum yadırganmadı. Tekvando belki de benim olayım ama henüz sıra gelmedi denilen bir şey değildi bu. Bizim mahallede tekvando yoktu. Saçma şeylere inanma dedi babam. Dedem de bize “Allah’tan kork” dedi. Sesi o kadar yüksekti ki, korktum bir an ama sevinmiştim. Silgimi evde unuttum, kalemimi evde unuttum, ödevimi evde unutmadım hiç. Adam formasını giydiğinde ben kayıp cennetin içinde trabzon’u okumamıştım daha. Sonra üniversitede gördüm. Şeytanın sorunlarını sıraladıktan hemen sonra. Herkes adem diyor, demek konu bu o açıdan öyle diye düşündüm.Tartışmaya gerek yoktu ve elimdekini küçümsemedim. Elmayı yedim bitirdim. Eve dönerken özgür bir ruh vardı üstümde. Kalitesiz bir elbise aldık, ayakkabılar fena değildi. Gerçekten de Allah beni duyuyor dedim içimden. Dışımdan korkuyordum, içimden mutluydum. Kalem kırtasiyede vardı ama içeri girince hep renkli kap kağıtlarına gözüm gidiyordu. Anneme hediye olarak pamuk içinde fasulye yaptım. Eve büyük bir çiçek geldi. Asırlarca bizim evde durabilirdi çiçek çünkü dedemin çiçeği hiç ölmedi... Çikolata aldığımda bakkal bir türkü okudu “hey menekşe gözlü” dedi. Bilmiyordum edebiyatta okuyacağımı. Notlarım kötüye gitmese anlayamazdım yani, o kadar sıkılmıştım okulda. Şu dünyada mutluluk istemek de o kadar zor muydu yani? Babaannem dedi ki, gel benimle namaz kıl. Anneannem de dedi aynı şeyi. Çok güzel bir gündü o, içinden ne dua okuyor diye merak etmeyi akıl ettim adeta. İlkokulun sokağı denize paraleldi. Orada kaza geçirmem imkansızdı, geçirmedim hiç diye düşündüm. Çok mutluydum ama patenlerim yoktu. Patene geçiş yapmak gibiydi bazı konular, çok tuhaftı. Sevimli canavardan bahseden bir yapısı vardı okulun. Ne de olsa tüm büyükler öğretmendi. Okul gezisine çıkmışız meğer haberim yok yani. Yıllar sonra bir arkadaşım anlattı. La en sevdiğim notaydı. Bunun derinlerine inmeyi pek de düşünmemiştim. Mendilimi yıkayıp cebime koydum. Nezle olunca kağıt mendil alırdım. Sabırsız bir yapım vardı müzik söz konusu olduğunda... şarkıdan önce değil yemekten önce okumuştuk duayı. İnsanlar yağmurdan kaçarken diye boyadığım resim çok parlak değildi ama yüzyıllardır süren bir gelenekti mantı açmak. Sevdiğim şeylerden biri oldu ve taşındık. Odamda bir kütüphane vardı artık. Kütüphanenin en üst rafında ne duruyordu, boştu galiba, anımsamıyorum ama teyp ile uyurdum çoğu zaman. Kulağımı teybin üstüne koyardım ve uyurdum. Enerji FM vardı hem artık. Benim bir dış sesim yoktu. Dış ses olarak seçilmiş bir ihtiyaçlar çemberim de yoktu. Mantıken dışımda bağıran o sesi bir daha duymama gerek yok sanıldı ama duymama hiç gerek yoktu. Artık vapura tek başıma binip anneannemlere gidebiliyordum. Çaydanlık resmi yapınca ünlü olacaktım, adalet bu muydu, bu muydu şampanya? Dedem ülkeye gelen ilk içkilerden birini içmiş... çok az içerdi ve sağlığına düşkündü. Anneannem hiç içmezdi ve yemekleri çok güzeldi. Ben evde çay saatlerinde pasta yemeye başlamıştım. Kırmızı bir renk olarak anneannemin en sevdiği renkti. Bana kırmızı giymemi söylerdi hep. Ödevimi bitirdiğimde mutluydum. Artık ingilizce kompozisyon yazdığımızı dersler vardı. Daha küçük yaştayken çok mutlu olduğum bir günü anımsıyorum. Televizyonu kapattık. Eve dönerken babam beni sırtına aldı ve yolda uyudum. O kadar muhteşem değildi ama keyifli sayılırdı. Bayram günüydü ve mahallede kesilen kurbanları izlememek için kafamızı çevirmiştik. Bu anılarımın her biri bir başka anıya denk geldi adeta ve bu çok da normaldi. O anlamda bir sıkıntı yaşadığımı anımsamıyorum ama evdeki içki şişesini süs olarak tutuyorduk, hiç açmadık. Televizyonda maç izlediğimde çok eğlendim, yenmenin gururu gibisi yoktu. Tarafsız bir gözle bakıldığında gazetedeki cinayet haberlerinden daha sinirimi bozan bir şey yoktu. Ülkenin bizim ilkokulun sokağındaki hapishaneden farklı olduğunu düşünürdüm. Sen hapizhaneye kulak tuttun diyelim ki? Tutmaman gerekir çünkü herkes kendisi duyuyor hayatın anlamını denildiğinde üniversitenin kapısındaki olaylı günü unutmadım asla. Bunları önceden yazmadım defterime. Kolay hazmedilir bir şey değildi kantini olmayan bir okulda okumak ama sorun yoktu artık. Hapishanedekileri düşündüğüm anda onlarla aynı kefeye konamazdım öyle değil mi? Hapse girmemesi gereken biri için kulağımda bağıran bir deli vardı, buluşamayacaksınız diye. Ne kadar duygusal biriydi o, Tanrım, görüşme günü olmayanları düşünüyordu belki de. Benim aklım sevgilimde değildi yaratılışı okurken. Hayatı biraz akışına bıraktım okulda toplumun karanlık yüzünü dinlerken. Üniversiteyi kazandım ve bunları da yazdım bir gün sınavda. Çobanı soran bir hoca vardı, sınava ne yazmıştım? Hz. İsa çoban olsa ne derdin? Koyunlar da varmış... Ne derdim? Anımsamıyordum. Sanırım size ne söylemem uygun olur, bilmiyorum, koyun için gelmedim buraya ve sizin şanınızı çok duydum mu derdim? Ne derdim? Ne yazmıştım kağıdıma? Anımsamıyordum. Otobüsle eve döndüm yine, biraz yürüdüm. Kahramanlık türküleri okuduğum lise yıllarımı sonradan anımsamam güç oldu ama yaşadıkça çıkıyor ortaya. İlkokulda yağ satarım bal satarım ustam öldü ben satarım, dedikten hemen sonra ortaya çıkan bir anlayışlılık vardı. Bu anlayışlılık beni çok sakin bir insan yapıyordu. Etek aldığım yerdeki ünlü mankenin mutluluğunu biliyor musunuz hiç? Takım elbise olarak da bir meslek şart yani, huzurlu ve kusursuz. Sivil polis ile simit yemek aynı şeydi benim için. Onlar da bir simit yer sanırım, derdim. Kocana sakla o laflarını, terliğini giy aptal kız falan diyen kimse yoktu ama korkmuş bir grup insan vardı yurt dışına açılmak isteyen. Çoban olarak bana ne demek isterdiniz? Çoban olarak ne demiştim? Anımsamıyordum. Mikseri kullanmak için mutfağa gittim. Olay ayran yapmaktı ve köydeki en kutsal gün diye bir şey asla olmadı, inan bana. Herkes çalışıyordu. Çay bahçelerinde saatlerce çalışırlardı. Tekrar çocukluğumu anımsadım bir şiirle, neden şimdi bana bunları soruyor ki anlayamadım diye düşündüm, ben çocukluğumla ilgili okul tezimi yazdım bile. Defterimin arasındaki gülü buldum bir gün. Lalelide kantini bile olmayan bir okulun dışında küçücük bir kırtasiyede kitabı mukaddes vardı, bir tane. Onu ben satın aldım. Yeni Ahit vardı. Onu da satın aldım. Küçücük yer diye düşünmedim, fotokopici diye de düşünmedim ama almıştım sessizce. Amerika’da bir kasabaya gitmeye karar verdiğimde çok da mutlu değildim. Bütün hayat hikayesi önceden yazılmış biri gibiydim. Her şey için geç kaldığımı söyleyen bir ses vardı artık. Ağlamak an meselesiydi ve etraf karanlık. Mikseri de bir ucuzcudan aldık ama o kadar anlamlı değildi artık. Ayranın döküldüğü günü anımsamam gerekti çoğulcu bir tutarlılıkla. Ayran döküldü evet ama yoğurt? Pastayı tekrar aynı yerden aldım ve eve geldim. Çok lezzetliydi ama anlamını yitirmişti. Okul forması olarak eşofman giydiğimde bana kızdıklarını anımsıyorum, bütün okul aynı formayı giymesine rağmen bana bu oluyordu. Nedense bana öyle gelmişti... Bir dilimini yarına saklayalım diye düşündüm. Kiminle düşünüyordum bunları bu yalnızlıkla hem de. Hayallerimi süsleyen bir mum vardı yıl boyunca. Bir fotoğrafımı gördüm, mum üflüyordum yıllar sonra. Tabiata düşkünlüğümü anımsadım ve çimlerde koşmayı... Bayırdan aşağı koşarak indik ve çok güldük bir anlamda. Çimler sakızlı muhallebi için duyduğum sabrı pekiştirdi. İnekler vardı ve orada uyuduk biraz. İneklerin en sevdiğim yanı zararsız olmaları ama abartmamak lazım tabii. Uzun bitkilerin arasında kaybolduk gittik, boyum kadardı bitkiler ve arasında çocukluğum geride kaldı. Çocukluğumu bir kağıt üzerinde görmeyi hak etmiştim ben, dayımın kedisini yazmıştım ne de olsa. Dedem ise gazete küpürlerinden kuranı kerim almıştı. Kırlara pikniğe gitmiştik çok güzeldi, top vardı. Biraz oynadık ve sonra bir gün okulun bahçesinde top kafama düştü. Gerçekten de bizim okulda spor kulübü de vardı ve de onlar bizimkileri çalıştırırdı. İlkokulda da olsa keşke öyle şeyler derken aklıma ne geldi, okulun önünde çektirdiğimiz fotoğraf, sınıf fotoğrafı. Bir gün kalp çizmediğimi anımsadım ve o şekilde konsere gittim. Burada gülünecek! Hem de çok komik buldum arkadaşım defterime bir yazı yazdı, bayıldım, çok güzeldi. Bana çok huzur vermişti. Kısacası güllerin içinden okuyacağız diyerek seçildim ama üç kişi televizyona çıktığımızda ortam çok sıcaktı. Televizyonla ilgili tek anım bu değil, sette bazı reklam çekimleri falan oldu sonra. Ne alaka dedim, gençliğime bakıp! Sen hiç reklam izlemezsin ki. Gerçekten de sonra izledim... bu bir önem kazandı. Geçen gün gene reklamları izledim youtube’tan ve çok beğendim. Biraz yazdım. Demek yazarım istersem dediğimi hiç anımsamıyordum. Toplam on şiirle kırk yıl bir yastıkta kocadım. Kuponlarla çatal kaşık takımı da alıyorduk, onu köşedeki dükkan sandım. Yağmurda o kadar ıslandım ki çünkü okuldan eve dönerken, bir resim yapmam kötü de olmamış demek ki. Külah alıp eve gelirdik biz, karpuz alırdık eve gelirken bazen, bazen de diyet bisküvi ile yıllar geçerdi ve anımsamazdık meyve ve sebze yemeyi. Bunları dedem mi anlatıyor, ben mi anımsadım, hayallerim mi geniş nedir, neyse artık bir anda havuzlu oteli anımsadım. Paletle havuza girilir mi ya! Girerdik işte... hızlı diye. Kendimi korumaya almaya karar vermek için biraz şiir okudum ve günler geçti gitti. Bir kedi vardı evde, beyaz, pamuk gibiydi ve uykusundan uyandığında gelip beni tırmalar giderdi. Çay bahçesine gittik bir gün, köydeki değil de, evin önündeki çay bahçesine ve de eve geç kalmamak dışında tek kelime düşünmedim orada. Oysa ki kırlarda koşuyordum, fena değildi düşünce akışım. Doğa biraz daha insana gözlem yeteneği veriyor. Trafik akışından yana sıkıntım yoktu, yollar açıktı ama ikinci otobüse üşenip bazen yürürdüm. Tıklamak nedir denilince kapı sandık sanırım. Anladım ama şekerlikte tuz vardı. Sırdaş edinmek için bir kedim olsaydı ne yapardım? O yastığımın kenarında uyurdu, ben de ona kitap okurdum. Kitaplıktan aldığım bir kitabı anımsadım birden, yalan olmasın ama kütüphanenin raflarından aldığım gençlik ve ergenlik kitabı çok da düşündürmedi beni, hemen bitirdim. İletişim olarak güldüğümüz kadar eğlendik mi bilmiyorum ama bazı yazılar bize komik gelirdi. Mesleklerimiz ansiklopedisinden öğrendiklerim ise beni eğlendirmişti biraz. Ben fıstık yemeyi çok severdim. İki kuş vardı evde, biri kaçmış bizim balkona konmuştu, diğerini biz abimle aldık. Kılıbık ve Bıcırıktı isimler ve de çok şeker bir şekilde yaşarken biri öldü. Kaçıp balkona konan sağ kaldı ama diğeri yoktu artık aramızda. Bizim kedi de balkondan düşmüştü ve bir şey olmamıştı. 5 kat aşağı düştü ama iyiydi. O kısırlaştıktan sonra oldu. Biz de onu veterinere götürürken küçük bir kaza atlatmıştık. Ama iyiydik. Spor salonunda sürekli anılar dokuz çalıyordu. Ben orada hayatın anlamını keşfettiğimi anımsıyorum. Kilo vermek için çok sıkı bir rejime girmiştim. Bir mandalina üç dilim ekmek tarzında yaşadım bir süre. Sabır daha kutsal bir konu gibi gelmişti bana ama Martı korku filmini izleyip de Martı kitabını okumanın nesi tesadüfen güzel olabilir ki? Aslında gün doğumunu izlemeyi çok severim. On yıl kadar önce balkonda otururken sabahladım ve böceğin biri bütün gece beni rahatsız etmeksizin tavandan aşağı düşüp geri kondu. Bu bir balon değildi. Ben de açlıktan ölmediğimi anlamış oldum ama sabah uykusu olmadan okuma yapmak kolay olmuyor. Sağlık durumum ise çok da olumlu sayılır. Ben gene de izlediğim iğrenç şeyler üzerine biraz yazıp hafızamı koruyorum. Taksitle bir şey aldım mı ben hiç? Gereksiz bir durum, benim için önemi yok, belki sonra diyebileceğim bir konu da yok. Takılarımın tamamını attım. Kutuda dönüşüme gitti. O şekilde bir yerde çalıştım bir ara ve takı sattık, bu bana çok mantıklı geldi, kendim takı yapabilirdim. Örgü olarak siyah yün aldığım zaman kış gelmiştir. Örgü örmeye doğru attığım adımlar beni salona yaklaştırdı. Ben keyif diye buna derim. Hayallerimize ortak olan bir radyo yerine bir internetimiz de var artık. Korku tüneiinde hiç korkmamıştım o nedenle ama roller coaster çılgınlar gibi gülmeme sebebiyet verdi bir kez daha. Sen bu konuyu bilmezsin şimdi diye anılar biriktirip eve gelenlere anlatırdım ve bunlardan biri de şuydu -kışın çorap olarak kar ayakkabısı giymiştim ve evde çok güzel ses oluyordu, kar sesi. Gereksiz de sayılmaz, her gün biraz yürümek lazım. Fayton güzel görünüyor ama sakin sakin izlerken tabii, faytın nasıl yapılır izleyin. Çok güzel şeyler var. Beni sorarsanız iyiyim. Gürültü yok artık. Gürültüden müziğe kitabını okudum. Sahi neydi o kitap öyle derken, konu ne? Yastık savaşı. Çocukların en sevdiğim yanı yani. Kurabiyelerin üzerine çikolata sosu dökmeyelim şimdi. Bal yersin sorun yok ama ekmeğin yarısını ziyan ettin, diyen de yok çok şükür. Terziye gitmedim hiç ama kuru temizlemede bir şeyler var. Internette yüzlerce makale var, belki benimkini okursunuz. Okuyunuz. Ehliyeti aldım ve işe gittim... Güzeldi yani yollarda müzik dinlemek falan... biraz da dinlenmek. Sahilde balonlar o kadar güzel ki derken yani bir balon festivaline de katılmıştım galibe. Saat onu üç geçe bir randevum var ve çok da yorgunum. Bu konuyu siz halledin –ohh, işe alındım bile. Online yani. Şaka tabii. Çok güldünüz mü? Bana komik geldi birden. Yazın yenen meyveler gene var ama sebzeler biraz daha her mevsime uygun, memnunuz. Neyse sizi de çok tuttum. Kendinize iyi bakın. Öpüldünüz. Ali Baba’nın bir çiftliği var, bıldırcın yumurtası sesi açar, onun da bıldırcınları vardı. Güzeldi. Babaannem olsa yemezdi. Şapkamı takıp kısa bir yürüyüş yaptım. Daha sonra kaybettiğim bir kitabı arkadaşımdan geri aldım, onda kalmış. Yalnızlık kokan salona geçtim, annemler bir düğüne davetlilerdi. Yürüyüş sırasında yanımdaki sandviçten bir ısırık aldım ve tekrar çantama koydum. Kuşlara yem verdim, martılar o meşhur kahkahasını attı. Tartıda biraz daha hafif geleceğimi düşündüm. Yardımlaşmak için yoldan geçen birine, merhaba dedim, acaba benim bir fotoğrafımı çeker miydi? Fotoğrafımı çekti ve hemen sordu “kaç yaşındasın, nereye böyle, nelerden hoşlanırsın, okul neresi, ailen nasıllar demek isterdim ama dedi bu şarkıyı dinledim bana yetti”. Ben daha çok senin fotoğrafının nasıl çıktığıyla ilgiliyim. Filmi izlerken bunları düşündüm ve kapattım filmi. Filmin ilk sahnesi ile son sahnesi arasında bir insan hayatı kadar fark vardı. Rüyamda bir bebek gördüm ve onu dünyanın en iyi sanatçısı olduğuna ikna ettim. Ben yazarım sen oynarsın dedim. Etrafımızda tuhaf insanlar vardı. Yazlık sinemanın önünde korkunç bir canavar duruyordu. O kadar uğraşmışken ona da bir selam yolla dedim içimden. Duvarda oynayan filmi izledik, yazlık binanın duvarında oynuyordu. Ahtapotları yere çarpıp yıkayan birini gördüm sahilde. Filmin içindeki balık herkesi yedi ve ondan kurtulmaları zor oldu. Mavi bir görüntü kaldı aklımda ve resim yapmak için çok canavar gibi olmadığımı sandım. Evdeki boyaları her yana saçıp biraz resim yaptım ve özgürlüğü tattım. Mahallede hep birlikte yakar top oynadılar ama ben denizdeki yakarcalarla baş ettim bir süre. Teraziye göre gereksiz bir kilom vardı. Filmde gördüğüm adam herkesi ikna etti ki ben bir şarkıcıydım. Çocuğun başına bunlar gelemezdi, olsa olsa ben şarkı söylerdim ama bu hiç olmadı aslında başka bir işte çalıştım. Mutluydum. Edebiyat okurken toplumun ahlak anlayışını çok konuşurdu hoca, anlatırdı. Toplumun ahlak anlayışını düşünerek sokakta yürümeye başladım ve cehennem konulu şiiri tamamen unutmuştum, diğer kitapları ve kitapçıya gitmeyi düşünüyordum. Evin karşısındaki ağaçta bir dondurma külahı vardı, oyuncak, biri düşürmüş, kocaman bir dondurma külahı yani. Biri oyuncağını düşürmüş dedim içimden ve diğer ağaca baktım, ağacın üstünde bir inşaat fönü var ve kargaların oyuncağı ne de olsa diye düşünmüştüm, onunla oynuyorlardı. Bana da bir oyuncak nasip olmuştu. Tatlı şeyler beni hep mutlu etmiştir. Evin içinde bir oyuncağım yoktu, sokakta gördüklerim vardı. Hayallerimi süsleyen çiçek artık güzel kokanlardı. Aslanağzı pek güzel kokmaz ama güzel görünür çünkü... Eve gelen üzüm kasalarını suyun altına koydum. Üzüm suyu kadar sevdiğim bir şey daha yok, bana hayatın devamlılığını anlatır üzümler, düşünmeden edemem. Elmalar ağacın üstünde yılbaşı süsü gibi duruyordu. Yılbaşı süslerini severim ve kapıya gelen çalgıcıyı asla unutmadım. Ben küçükken kapıya bir ayı geldi, bu ayı biraz dans etti ve gitti. Hepimiz biraz üzgündük, kimsede para yoktu. O ayıyı bir daha görmedim ama sirkte gördüğüm hayvanlar çok yetenekliydiler. Ben hayvanların kendi doğasını yaşamasından yanayım. Bazı vahşi hayvanlar için büyük bir hayvanat bahçesi açılmasına sevindim ama bir kedinin veya köpeğin sirkte mutluluk bulacağını hiç düşünmemiştim. Hayalimde artık hayvanlar vardı. Bir ayı, bir kurbağa, bir yunus, bir balina, bir de kaplumbağa... Kaplumbağa gördüm ama diğerlerini uzaktan gördüm çoğu kez. Kaplan ve aslan da vardı. Onları sevdiğimi söyledim, yanımdaki televizyonda onları sevmeyen hayvanlar oynuyordu belgeselde. Kaplanın yakaladığı bir avı izlemeyi hiç sevmiyorum. Keşke beslenmelerinin daha insanlığa yakın bir yolu olsa veya televizyonda bu saçmalığı göstermeseler ama dünyanın bir yüzü de bu, izlemek lazım değilse de habersiz kalmamalı. Kollarını açmış beni bekleyen bir maymun muzu soyup kitabın içine koydu. Kitabın muz kabuğu olması onun da hoşuna gitmiş olmalı. Maymunun kollarında taşıdığı bebek onun tüm insanlığı sevdiğini ispatlıyordu. Zavallı kısa kollu giymiş bir maymun daha vardı ve o da kollarını açıp gökyüzüne baktı. Gökyüzünde süzülen uçağın içinde umut taşıyan bir iz bulutların arasında belirdi ve gökyüzüne adımı yazdı. Bunu sadece ben gördüm ama herkes kendi dünyasında bir takım televizyon içerikleri görebilirdi kanımca... O konu asla yeterince güzel olmadı dedi biri. Bir diğeri cehennem diye bağırdı ve bir film daha bitti. Sürekli film izliyor olmamı anlayamadım. Mutfaktan bir kutu şeker alıp odama geldiğimde odamın içindeki balonlardan kalp şeklinde olanı beni inanılmaz bir gülümsemeyle baş başa bıraktı. Balon benim mi yoksa senin mi yani dedim aklımdan çıkmayan büyük kutsal güce. Sen güceneceğim son kişisin ama dayanamıyorum artık insanlığın çıkardığı seslere. Fotoğrafım güzel çıkmıştı ve de kantinin ilk tostunu almış siftah yapan satıcıya selam vermiş biri gibi çay içmek istedim. Çay sıcaktı. Aklımdan mutluluk geçti. Evde çok sıkıcı bir iş için seçilmiş gibiydim. Terlik çıkarmak. Baban geldi terliklerini ver kızım. Bu merasim yıllarca sürdü. İş çantasını da beğenirdim... düzenliydi ve yapamayacağı bir şey yoktu. Sonra hemen odama kaçıyordum belki ama sofraya oturmadığım hiç olmamıştı doğrusu. Sıcak su sorunu olmayan bir ülke olmamızla sıcak su sorunu olmayan bir eve taşınmamız aynı döneme denk geldi. Bir hamama gidişleri vardı ailenin erkeklerinin, onu hiç unutmuyorum. Herkes evde yemek yaptı onlar hamama gittiler. Termal havuz o kadar sıcaktır ki dayanabildiğinize inanamazsınız. Yüzünüze bir nur gelir. Bu dünyada da böyle. Spor salonunda da sauna var. Sauna geleneği bize harika bir evde yaşadığımızı anımsatır hep. Bir şey güzelse dinlendiricidir, faydalıysa yaşanır. Sabun aldığımda mutluluğum tartışılır mı bilemem ben. Sabun önemlidir. Küvetin içinde bir kız gördüğünüzde filmin içinde ne düşünürsünüz? Köpük banyosu yapan çocukları mı? Köpüklü su havuzu çok şekerdi. Ben balondan köpük yapmıştım küçükken. Şimdi artık dünya kadar büyük balonlar yapan çocuklar var. Internette izledim. Amerika’da evin önünde küçük bir havuz vardı. Orada zıplayan çocukları görmeniz daha kolay belki. Zıp zıp zıplarlar. Akıllıca konuşanları ayrıca tebrik ederken hiç zorlanmazsın yani. Samimi olarak seni kendi kutsal dünyanda şükretmeye yönlendirirler. Gerçekten her yemekten önce bir dua okunan yer orasıydı. Bizim ilkokuldaki gibi yani, yemek duası. Bu konuda şimdi ne denir bilmiyorum, çok fazla öğrenci yurt dışına okumaya gidiyor ve okulun bir kısmını orada tamamlıyor ama ben anılarımı bu nedenle yazmıyorum, bir küçük ders çıkarsam bana yeter. Öyle ama bir reklamcı olarak veya olsaydım, sürekli kendi anılarımı yazacak değildim. Kırmızı bir renk için neler vermezdim. Bilgisayarda logo çizmeyi falan öğrendim. Pek çok kabiliyetli insan gibi ben de photoshop’ta derdimi anlatabiliyordum. Zor değil ve önemli değil ama ne diyor o sanat yönetmenleri anlamış oldum. Bu hızla bir yere iş yetiştirmekten biraz daha anlamlı olmuş oldu. Yazma konusuna gelince karakterimin en sevdiğim yanı olabilir mi? Ben ılımlı, sevgi dolu, koşullara göre çözüm üretebilen ve hayatı sevgiyle karşılayan biri olmayı seviyorum. Bu kağıt üzerinde kolay değil. Hayat zor aslında ve de insanlar hızla hayatın güzelliklerini yaşamak istiyorlar. Yaşasınlar o zaman ama benim için doğru olan bir gerçek var ki o da ben kendimi asla çaresiz hissetmedim. Karpuzun yarısı pembe olsun, resmi gerçeğe yaklaştır derken birden beni bir küvette photoshop satan biri gibi görmek bizi ne kadar başarılı yapar bunu bilmiyordum. Evdeki misafirler ise büyük bir sofranın tadını çıkarıyorlardı. Aynada kendimi gördüm, biri bana Monalisa dedi! Çok komik ya, gerçekten. Oysa ki iyiyim yani, hayat aynanın karşısında beni yansıttığında, gülümseyip gülümsemeyeceğime değil, banyodan ne zaman çıkacağıma daha yakın bir iyilik bu. Kapı tıkladı ve biri çık dedi. Bir arkadaşım seccade yapmayı öğreniyordu ve onun arkadaşım olmadığını anladım, televizyonda göründü bir kez sadece. Ayna kamera değildir. Ayna insanın kendisini bir sağlama yapıp onaylaması için bir vesiledir. O aynı duayı aynanın karşısında okuyorduk biz artık. Sıkıntılı bir havaydı. Deli gibi yağmur yağdı. Şemsiye aldım ve eve döndüm. Dışarıda neden döner yemedim bilmiyorum ama eve döndüğümde temizlik kolu başkanı gibiydim artık. Sempati ve empati üzerine bir yazı yazıp internette yayınlamaya karar verdim. Çocukları yıkamak anlamında hayal kurmaya gerek var mı bilmiyorum ama eminim sevgiyle yol aldıkları bir kırmızı tonu vardır leğende. Leğende ayaklarını yıkayan biri vardı manikürcüde. Film icabı yani. Leğeni kenara aldı, temizlik için değil de empati için markete girdim ve bir manikür seti gördüm, aldım. Kendi işimi kendim yapıyorum. Manikür, boya, kesim ve pedikür dahil olmak üzere dedemlerin evi böyleydi yani rahat. Bir rahatlığı vardı ama neydi bilmiyorum. Belki karpuz yerken düşündüğüm bir başka masaldı yaşamak. Belki bir başkasının filminde kaybolmaktı ağlamak. Anneannem beni camiye götürdü. Biri gülüyordu sanki. Ondan arınmıştım. Yağmur dinmişti artık. Mağazadan aldığım elbise gerçekten de üstüme tam oldu ama evde tekrar giydiğimde yakıştığını da düşünmüştüm. Elbise giyilecek neresi var ki dedim, hiç. Canım dışarı çıkmak da istemiyordu fazla ama evde yorgunluktan ölecek gibiydim. Birden çıkıp tost almaya gidip bir mont daha aldım. Mont güzeldi ama kolları bana kısa geldi biraz, tam bileğime hizalı ve yakında kısalır giyemem artık. Montun tersinde etiketinde yazan yazı biraz dikkatimi çekti, altın sarı yazıyordu parlak gri tonlarda. Yünler duruyor ve ne yapmalı da güzel bir kazak çıkarmalı. Çabuk git giyin ve ekmek al gel diyen biri vardı evde, komşunun kızının kızı... gidip ekmek aldım, dün gördüğüm o montu da aldım. Üstünde karpuz, elma, muz olan bir t-shirt vardı. Dolapta aynı zamanda sarı, turuncu ve yeşil t-shirtler vardı. Dışarı giymek için adını verdiğim şık şeyler ve de günlük kullanım için sade şeyler vardı. Dolabı organize ettim ve dört beş bavul kadar giymediğim eşyayı çıkardım gene. Sonra kilo vermeye karar verdim ama birine göre yazdı, birine göre kıştı. Kışlıkların arasına kazak katmak sorun değildi ve adı da evde vakit geçirmekti. Etek olarak uzun pileli bir şey aldığımda bir bütün lise günlüğüm filmlerde vardı. Okullarda forma ne renk olacak diye karar alındığında ben orada yoktum. Çantaların hepsi bir gözü olan on gözlü bir aparatın içindeydi. Çanta isimli bir kitap okuduğumda kendi ördüğüm çantayı satışa çıkarmıştım. İkinci el satan iyi markaları inceledim ve çok umutlu göründüler bana, satılmayacak kadar umutlu. Çiçekli şalvar gibi bir şeyle evin içinde gezinirken üstüme bir siyah t-shirt geçirdim ve kitap okudum. Hayal dünyamın içinde sarının hakimiyeti vardı. Yurt dışından aldığım bir şeyler vardı, onları günlük kullanıma açtım. Artık daha sık yürüyüşe çıkmaya karar verdim ve spor giysilerini kenara aldım. Yangından sonra aldığım miami do-nut görselli eşofman üstünü daha sık giymeye karar verdim. Alışveriş merkezinde çubuk kraker yiyen tek kişi bendim. Sakız fena fikir değildi ve yoruldum. Kırtasiyede bir kalem gördüm aldım, telefona yazmak için. Değişik geldi bana. Kalemin önemini anladığımda bir roman bitirmiştim. Müzik dünyasında kostümler olur diye duydum ve biraz çekindim. Kostümler arasında gece elbiseleri ve maskeler de vardı. Bu kadarını akıl eden biri olmaktan asla hoşlanmadım. Ben ne bulursam giyerim, elimle koymuş gibi olurum ama resim yaparken kollarını sıvadım ve bu kolları sıvamak da demekti. Çift anlamlı binlerce kelime arsından kendi nefsimi seçtim. Çizgi kahramanların çoraplarına bir göz attım ve kenara geçtim. Yemek yapma sırası bendeydi, bulaşıkları da yıkadım. İncir ile süt birlikte harika görünüyor ama tatlı olarak çok sıradan eve bir konser salonu çağıramazdım. Son olarak namaz elbisesi vardı hep dışarıda duran. Onun anlamını kimseye sormadım ama camiye şık gidilir diye duymuştum yani konu gündemden çıkmasın diye sanırım. Yazın mayo giymek anlamında biraz zorlandım. Mayonun değil benim dikiş izimden söz edildiğinde dikişe başaladım diye yakındı biri, ben de onayladım. Bir öldü, Allah rahmet eylesin, onu da onayladım. Ölü ile diri arasında bir şeydim. Bir iki film izledim. Aslında kime hesap verdiğimiz çok önemlidir. Allah’ım sesimizi cennete yükselt. Yoruldum. Kareli bir pantolon vardı, bilboard da aynı pantolonla renklenmiş. Olabilir de yani futbolcu çorabı giymenin anlamını hangi giysi verir şimdi? Tayt mı, etek mi, kot mu, elbise mi, eşofman mı? Şapka da enteresandı ve üşümeden yol aldım. Sıcak ve soğuk arasında sıcak olanı seçtim. Çocukken çorabım sobaya ayağımı değdirince delinmişti, o geldi aklıma. Kayağa gittiğimizde soba bana sadece sıcak şarabı anımsattı. İnsan gardropuyla gezer mi bilemiyorum ama gelinlikçilerin vitrinine hep bakarım, hepsi de güzel görünür bana. Neden ip atladık o zaman çocukken? Biz salak değildik ama vardı bir cehennemlik laf ortalıkta, ondan mı? Neden adam asmaca oynadık peki? Neden isim şehir oynarken sıkıntıdan ölecek gibi oluyorum artık? Neden idam mahkumları için bir müebbet kavramı ülkeye gelmesin? Neden herkes gelinli giymesin? Neden sırayla top oynamayalım? Neden susmuyor bu kumaşlar? Kasetleri kumaştan yapalım! Bir okul vardı karede, çocuklar mutlu, çocuk şarkıları söylüyorlar... yirmi küsür yıl geçmiş aradan. Montum bana olmuyor...
Çocukken giydiğim bir elbiseyi buldum. Oyuncak bebeğime giydirdim. Sonra sanırım hepsini de attım... Çocukken tabancam da vardı, oyuncak. Bazı yap boz oyunları falan... Neyse bu aşırı duyarlı topluluk bunları anlamayacaktır. Hayatın en basit gerçekleri için hakaret etme sırası bir maymuna gelmişti. Oyuncak maymun gördüğüm gün üç maymun şarkısını, oyuncak ayı gördüğüm gün de ayı şarkısını dinliyordum. Markete gitmek buydu bizim için demek ki. İnanmayacak bir işaret bulduğuma çok sevinmiştim. Bir çay içmek için mola verdik ve orada da athena çalıyordu. Bu büyük tesadüf beni mutluluktan uçuracak değildi ama o an evi kiraya verdik ya, biri de televizyonda mutluluğunu anlattı. Zeus’a yalvaran adamı oku! Tanrıları bilen kitabı oku! Athena t-shirt'ü al ve giyin. Saçını yaptırırsın gene, şimdi tara ve sokağa çık. Oyuncak bebeğin yerine beni koymuş konuşup duruyor bir cadı. Cadı oyuncakları sevmiyorum ama filmlerde var mı? Film izle. Su iç. Ağla. Gül. Konuşan köpeği havuza at. İnsanın kaderinin bu şekilde belirmesinden asla hoşlanmadım. Sonsuza kadar da bunun olmaması için savaşacağım. Sticker yapıp yapıştır -falımda tavuk çıktı. Ben sosyalleşmek için sokağa çıktığımda gördüğüm ağaçla yanımdaki su perisi arasında seçim yapmayı sevmiyorum. Olur mu ama oyuncak alıyoruz biz ona şimdi? Bütün hayat hikayesini burada yazıp sonra beni duymayan bir prensten söz etmiyor mu? Ben katil olmadım henüz. Katil olmamak an meselesi. Simit alacak paramız var mı, dediğimde annem çok gülmüştü. Nesi komik bunun anlayamadım? Bence bu açıdan zeka özürlü sanılmak çok çirkin. Yanımda bir kitap vardı ve parkta okudum biraz. Sonra tek başıma yürüyerek eve döndüm. Beni yaşlılık günlerime hazırlayan bu bakış ne yazık ki sevimsiz olabiliyor. Çocuklar hakkında bir sürü kitap okudum ama birisi camın önünde küfür ediyor... Sonsuza kadar affetmeyeceğim konular da var. Bana yapıldığında affetmeyeceğim şeyleri açıklamak zorunda kalmam çok saçma. Anlayışsız olmak ve düşman olmak an meselesi. Neden kurabiyeler, ip atlayan kızlar, sevimli canavarlar veya süper kahramanlar yok da bir tek kitap okutan bir okulun bahçesindeki çocuklardan sevgi almaya çalışıyorum? Çok mu zor bunu anlamak? Bu kadar anlayışsız bir dünya ne yazık ki cani bir ruh taşıyor. Bana sorarsanız bilmedikleriniz benim bildiklerimi aşıyor.
Bereket Tanrısına tarçınlı su ikram ettim. Belki o nedenle biraz benden söz etmek istemiştir şimdi. Tamam mı şimdi? Yedi nesil oldunuz mu?
Ben kuaföre gitmeye hiç üşenmem normalde. Çok severim orada bir saat sonra bakımlı görünen saçları ve boyadan sonra bakım yaptırmayı. Kuaförün önünde boyalı saçlarla oturanları da severim. Dergileri sıkıntıyla karıştıranları da severim. Muhabbet olsun diye bir şeyler anlatanları da dinlerim. Yani bir model denemek için kuaföre güvenmek de iyidir. Pek çok kuaför deneyip aynısında karar kılmak da iyidir. Bir kuaförün peşinden koşturup semt semt dolaşmak da mümkün. Severim ben bunları. Önemli olan bir teşekkür etmektir. Aynada saçın arkasına bakıp fazla önemsememek. Evde tekrardan kendinle barışmak. Kuaförün içindeki konforu bir yılbaşına taşımak da hoş. Kuaförler iyidir. Bir kızla tanışmıştım tatil yerinde, bayan ama kuaförmüş Almanya’da. Neyse, bir gün ben de saç modelim değişirken yüz ifadem değişti diye gülümsemekten vaz geçmeyeceğim. Bir gün mutlaka çocukken olduğu gibi saçlarımı uzatıp yine örgü bir topuz yaptırırım belki. Belki kısacık kestirip kendimi yaşlılığa hazırlarım. Belki düğün topuzu değil de gelin topuzu yaptırırım. Kim bilir belki dergilerdeki gibi görünür saçım ve manken olurum. Belki de kuaförün boş olduğu saati yakalarken olur bir kitap okuyacak vakit. Belki daha sağlıklı bir şampuanı alırken hayatın en güzel gösterişsiz sevimli yanını düşünürüm. Belki de bunlar olmaz falan derken binlerce “belki” baş başa kalırım. BELL KEY! Bu bir yılbaşı şarkısı mı yani şimdi? Ben hayatıma davet etmediğim insanlarla hayal kurmayı sevmiyorum. Ses kütlenize laf yetiştirmekten değil ama beni içine itmeye çalıştığınız dünya ne yazık sünger gibi. Metroda işe gidiyorum ve sabahın körü, insanlar bakımlı ve sesleri müzik dolayısıyla sanırım biraz yüksek çıkıyor. Internet’te görünse ne güzel olur, en sevdiğim fotoğraflar. Saçın kalitesi çok önemli ve bitkisel boyalar. Kına yapıyoruz ama gerek yokmuş meğerse. Bir arkadaşlarının düğünü varmış, bana da yaktılar. Oluyor böyle şeyler. Lütfen kısa keselim, dedim. Ha ha ha! Hemen iş yerinin orada bir kuaföre gidivermekle ilgili sanırım bazı güzel kurallar.
Okula fönlü gittim mi bilmiyorum ama bizim hoca toplasan beş kez ateistlere de yönelik yazmış bu yazarlar diye edebiyatı biraz anlattı. Onun dışında Hz. Adem ve Hz. Havva açısından anlattığı bir şiir sen okusan şeytandan başka bir şey anlamaz mısın? O sizin ses kütlesi. Bilhassa Athena konserlerini seviyor. Bizim evde de bağırıyor. Ayrıca da insanlık öldü mü canım... canım istemiyor! Internet’i ezbere biliyor ve de otistik olmadığına dair falına bakmamı istiyor. Neden? Her dediğiniz çıktı mı? A, doğru ya... kuaförde fal baktırıyor. Peki ama her kitapta mı var ses kütlesi? Her filmde mi var? Her filmde mi var Hz. İsa?
Taşınmaz yük... evet. Evde namaz kılarken punk konseri mi sanıyor!
Önemli olan okula gitmekti artık. Okulda dersi dinlememe mani olan şeyleri ortadan kaldırmam gerekiyordu. İyi insanlarla arkadaş olmam, dersi dinlerken gösterdiği özeni kendine saklayabilen, sakin bir günü “hoşça kal” diye bitirebilen, benim iyi yanlarımı bir başkasının anlamayacağı bir dile tercüme etmeyen, yemekten sonra afiyet ol diyebilen, normal insanlar ve elimizde ders kağıtları dolanıp duruyorduk. Din dersinde islamın ve imanın şartlarını öğrendikten sonra içimden “ben inanıyorum, hepsini yerine getirmek istiyorum” demiştim. Okulun bahçesinde spor yapanlar beni spor yapmak konusunda düşündürürdü. Bugün bir spor sosyolojisi kitabı okumak için, önce sinemayı hayatımda doğru yere koymam gerekiyor. Resmen dersini bitir ve sonra film izle denilen insanlar gibiyim gene. Hayat ne kadar da anlamlı. Ses kütlesinin üstünü örtüp benim hatalarımı bulmaya çalışan insanlar artık çekilir gibi değildi. Okuldan çıkışta üstümü değişip biraz yürüyüş yapmıştım kendi başıma. Okulda pek arkadaşım yoktu, bir akrabamız vardı, onu çok severim. O kadar. Amcamın kızıyla biraz okulda dolaştık. Öğle yemeği olarak evden getirdiklerimiz yedik. Okulun bahçesindeki ağaçlar çok görkemli ve semtin bütününü yansıtan ağaçlardı. Ağaçlı güzel bir yoldu, oraya yürümeyi severdim. Arkadaki bakkalın önünde gitar çalan birileri vardı okuldan, ben orada bir şarkı söylediğimde beğenilmişti ama koroda daha fazla vakit geçiriyordum. Marşları ezberleyip söylemek sorun değildi. Evde bir marş kaseti vardı galiba, belki daha sonra aldığımız bir CD. Bunlar güzeldi. Film olarak tercihen sürekli Blues Brothers’ı izliyordum. Son sene çok mutluydum, edebiyata geçince. Aslında bu ayrım önceden de yapılabilirdi ama sorun değildi. Gerçekten de konser kasetlerini izlemek güzeldi, videoda izliyordum ve deli gibi dans ediyordum. O kasetleri daha sonra bir reklam ajansında gördüm. Bizde yok artık, kullanılmıyor. Yalan söylememek ayrı şey doğruyu söylemek ayrı şey diye düşündüm bir gün. İnsan dürüst olmayı istiyor gerçekten de, kendisi için önemli olan bir konuda dürüst olduğu kadar hayata karşı da dürüst olmak istiyor insan. Türk şairlerin bir kitabı var şimdi karşımda, okumak istiyorum. Her gün bir iki şiir okuyorum ama o kitaba bu okuduklarımla aynı gözle bakmak istiyorum. Bir dünyaya bildiğin ve inandığın şekilde açılmak güzel olur. İçimden bir ses daha okumadın ki desin istemiyorum ama okumadıklarım da sırada tabii. Biraz sessizlik için neler vermezdim, okul yolunu andırıyordu evin sahile doğru uzanan uzun mesafedeki çay molasına doğru giden yokuşları. Yokuşu yürüyerek giden pek yoktu ve spor amaçlı olduğu anlaşılıyordu ağaçların hışırtısı falan çok da önemli değildi de renkleri gene muhteşemdi. Okul servisinde ödevini yaparsan öyle olur dedim kendime. Bir arkadaşım yardım ettiğinde ben sonrakileri kolaylıkla yazmıştım. Uzun cümleler kurmayı çok seviyordum artık ama pratikte kullanmadım hiç. Hava karardığı anda eve dönülür. Hava karardığı anda başka ne yapılır? Okulun merdivenlerini hiç unutmayacağım...
Çok okumanın faydalarını düşünmeden önce bir şey anlamıştım ki her koyun bacağından asılır. Ben ruh eşi kavramını çok severim, kendimi sokakta sevgili arayan bir salak gibi hissetmekten de nefret ederim. Neyse ki artık internet varmış! Her neyse, yani insan hata da yapabilir, bilmeyebilir ama insanı sokak ortasında bağıran ses kütlesiyle sınamak da git şeytana tap demek olmuyor mu? Bunu hep iğrenç bulmuşumdur. Bu durumda okumadan kendi doğrularıma ulaşamıyorum bile, lanet olasıca iki fotoğrafı göründü diye insanlar sıraya girip beni buluyor, o da yetmezmiş gibi canımı kurtaramayacak hale geliyorum artık ve de bunlar internette fotoğraf olmakla övünüyor. Bunu çok ikiyüzlü ve alçak buldum. Herkes kaderini böyle mi yazıyor dedim. Bu insanlar bana ne diyor, soruyorum yani bir duyana, gökyüzünün ardı ama duyuyor sorunca. Bütün sokak cehennem diye bağırıyor. Yani ölüp gideceğini bilmeyen insan mı olur? İnsan sadece ölüp gideceği için sevgili olur mu? Bunu anlamayan insan mı olur? Bilemiyorum. Beni rezil etmek için yaratılmışlar. Bütün işleri beni ve kim olduğumu bilecek ve televizyona çıkarsam bunu bilecek numarası yapıyor. Sana ne! Televizyona çıkmam şart değil ve de bu muameleden normal bir insan beklemiyorum. Ben açık kartlarla oynayan biriyimdir. Normalde içimden Allah diyorum, şu anda bak bunları diyorum. O zaman git cehenneme Allah de, o da yok. Cehenneme git o zaman. Bil ki cehenneme gideceksin, lanet olasıca ses kütlesi. Neyse hüküm verdim. Peki, bu yaşamak mı oluyor? Bu ahlak mı oluyor? Bu ibadet mi oluyor? Bu sevgi mi oluyor? Hayır. Allah beni bir sapıktan koruyor. Ben evimde oturuyorum zaten, çağırmayın o zaman zevksiz dünyanıza, burada bir sapık yok. İnsanları affetmenin bir yolu kalmıyor ve burada bir deli avaz avaz bağırıyor. Ben kıskanç biri değilimdir ama salaklıktan tiksindiğim kadar hiçbir şeyden tiksinmiyorum. Dininizi bana dayatmayın. Kitabı bu şekilde okuyorum mecburen. Geri zekalı olduğuna inandığım insanlar hayatımdan uzaklaşıyor. Bu kadar basit değildi benim için çocukken hayat. Ailemin inanç sistemini asla sorgulamadım, onlara saygı duymam benim için yeterliydi. Burada bir sapık yalan yanlış konuşup beni yanlış yönlendiriyor. Yani konuşan ses kütlesi sorununuz var mı bilmiyorum ama kesinlikle bütün kitabı yalanlıyor. Aklınızda bulunsun diye buna mı diyeceğim? O açıdan sapığın teki! Yani filmler gerçeklere dayansa da gerçek değildir, şeytan da insanı aldatır ve yalan söyler. Allah demeye çalışan biri için bu ne kadar önemli olabilir? İnanılmaz bir gerçeği mi yani hayatın? Çocuklara masal mı yani bütün inanç sistemim? Birden gene anımsadım ki çocukken maymunlar cehennemi filmini izlemiştim. Cehennem diyen bir ses kütlesi var mıydı? Bir canavar vardı sanırım. Ademoğulları filmini de izlemiştim. Üniversite hayatım da aynen bunun üzerine kuruldu. Peki! Hayat bunun üzerine mi kuruldu diyorum ben bu evde? Bu kadar saçmalık olmamalı. İnsan sırf kurtulmak için belalardan bela seçmemeli. Ben savaş alanında “önümüze gelene bir tekme” demeyi sevmiyorum. Sen sapık olmaktan git kendi kitabını oku ve kurtul. Ne diye bağırıyorsun sokak ortasında hayvan gibi? İnsanı bu hale dönüştürüp sonra romantik bir komedi arıyoruz falan o çok hoş. Bir sürü kanalı olan bir televizyon şirketi filmi vardı, gene çocukken izlemiştim. Bir bereket gelmiş filme, çok kanallı sisteme geçildi ya, ondandır. Bu tip şakaları sevmiyorum. Sevmediğim zaman öyle kötü bir yargılayan bakıştansa yargı sistemine de dahil olmak lazım. Neden beni ilgilendirmeyen şey beni ilgilendirsin? Bu iğrençlikte bir şeyi hak ettiğimi sanmıyorum. Kitabı okusaydın iyiydi, konu bu. Bundan başka ne bekliyor insanlar, onu da bilmiyorum. Sevgi güzel bir şey. Pek çok şeyden korunmak lazım demek ki.
Nezle oluyorum galiba dedikten hemen sonra ateşim çıktı ve grip oldum. Çocukken kabakulak olduğumda epey şaşırmıştım ama çok ağır geçmemişti benimki. Aşı olduğumuza sevinmiştim, artık pek çok hastalığın çaresi vardı. Çocuk hastalıklarını atlattıktan hemen sonra boğazım çok ağrıdı bir gün, pamukla boğazımı temizlemişti doktor. Hemen geçti. Acımadı. Çocuk hastalıklarından biri değil nezle, bir süre hep nezleydim. Yanımda selpak olmadan gezemiyordum. Nezle önemli bir sorun değil ama öksürende hayır vardır demenin zamanı mı emin değilim. Bir hayır vardır evet. Genç kızlığa geçiş döneminde, hastalandım ben derdim. Neyse yani, sorunlu günlerim. Dokunma bana şarkısı. Ben bugün berbat bir haldeyim demenin zamanı değil. Hayat böyle dönüyor, birazdan televizyona çıkacak seninki! Okulda tek derdim nezleyi yanımdakine geçirmemekti. Nezleyken okula giderdik de ateşimiz çıkınca gitmezdik falan o nedenle de. Bir keresinde şiir okudum yine okula, sonra midem bulandı ve bayıldım. Beni hocalar uyandırdı. Anneannem öğleden sonra beni gene de okula göndermişti. Bu budur. Çok hasta değilsen okula gideceksin. Nezle olmanın en kötü yanı nefes alırken biraz zorlanmaktı. Bu kadarı herkese olurdu da önemli olan atlatmaktı. Ben bu tip şeyleri doğru konuşur ve yazmadığım sürece pek fazla düşünmem mesela çünkü okumayı severim. Soğuk almışsındır. Geç sıcağa otur. Şaka yapmıyorum. Bu şekilde dönüyor dünya ve aksi durumda sorunlu bir dünyada yaşadığımızı anladık. Ben sorunlu olduğumu anlamak istemiyorum. Şu an yine hastayım. Kırıklık var üzerimde. Yorgunum ve de ne okuyacağıma kendim karar vermek istiyorum. Bana kitap olarak tıp bilimi önerme yani şimdi şu an. Binarual nedir? Müzik. Frekans. İyi niyet. Şuna şarkı diyebilen insanlarla muhatap olmak. Konuyu Allah’a havale etmek. Kendi işine gücüne bakmak. İyi birkaç amaç edinmek. Ben müzik dediğimde beni iyileştirecek bir sistem değil. Nezleyi atlattım. Artık hasta olmam! Konu gündem dışı bırakıldı. Hasta olmam şart değil. Annem bir oyuncak almıştı, itfaiye seti, onu anımsadım. Bana yetti doğrusu, bütün oyuncaklarımı kitaba yazdım. İnsanların aydınlık dünyasında ne anlama geliyor bilmiyorum ama kerevizin faydalarını da okudum. Artık sonsuza kadar affetmeyeceğim konular var elimde. Nedenini anlayamadım. Neden diye sormayın kutsal kitabınıza. Nasıl diye sorun. İyi niyetiniz de size kalmış. Ben edebiyat okudum.
Babam bana Boncuk derdi. Çocukluğumdan beri öyle der. Sen manken mi olacaksın dediğinde, bilemedim bir an ve kafamın üstüne bir kitap koyup yürümeye başladım. Kutsal kitabı da kafama koyup yürüyecek değildim ya, o anlamda gökyüzüyle bir iletişimim başladığını hissettim. Biz üniversitede bu şiirleri yabancılardan okuyoruz diye mi bilmiyorum ama kitap almak konusunda sıkıntı yaşamadım. Bocuk toplarsın dedi babam, boncukları dizersin falan dedi. Bende boncuk yoktu gerçi, dedem kulaklarımı deldirdi. Ben çünkü onlarda kalıyordum küçükken, annem öğretmen olduğu için. Okula yazılana kadar altın küpe takmak bana çok anlamlı gelmedi ama takıyordum. Şimdi yani gümüş yüzük takan erkekleri okuyorum da bu bir tabu olmamalı. Bir boşanma nedeni sananları da kınıyorum. O nedenle bir sonraki hayatımı garanti altına aldım sanmış sanırım, bana onlarca takma isim veren salağın teki vardı -ölüm, ganj nehri, hozanna, sıpa, gani, boncuk diyen anormal insanlar tanıdım. Bu aynı şey değildi. Onlarda insanları anormal yanlarıyla tanıdılar. Bütün bunlar sanat nedeniyle biraz doğruyu araştırmak olabilir mi artık? Olamıyor işte. Aç biilaç geziyorlar. Güya kitap okuyormuş, bütün isimleri bana takmış. Bunlar adına kendime bir gümüş yüzük aldım. Anladım yani aklımı yolda kaybetmediğimi. Saatlerce eve dönmeye çalıştığımda hiç aramadığım birinin beni yirmi yıl aradığını fark ettim. Bu mu yani hiç aramamak, sormamak, anlayamadım. Güzel olan dedem bana yattım sağıma, döndüm soluma, melekler şahit olsun dinime imanıma de, uyu derdi. Bu beni mutlu ederdi. Bir şeyi içimden demeyi, içimden okumayı severdim. Yazar olarak kendi adımı kullanmayacağımı bilmiyordum çünkü yazar olacağımı da bilmiyordum. Kendi adımı unutup bir şarkıya koydum, o da başka bir şarkıda grubun ismi oldu. O şarkılar benim diyen biri salak olduğunu idrak etti. Bu arada bir de kedi aldım. Yazık tek başına duruyordu vitrinde. Adını ben koymuşum gibi hissetmedim yani. Neyse işte kendi adımı çok sevdiğimden, dövme olarak yaptırdım ama bu bir gün beni temsil edecek bir resim değil. Kendi adımı temsil etmem gerekir, öyle değil mi? Bir toplumun sonsuz geleceğini ve olası tüm sorunları düşünüp de sonra bunu kendi adıma üstlenmem çok da çirkin olurdu. O aptal şarkıları bir kenara atıp, kitap okumaya başladım. Bir ses kütlesi çığ gibi artan sesiyle kükrüyordu. Benim yerimde kim olsa sinir krizi geçirirdi ama ben buna alışıktım, bir kez daha athena konserindeyken ben müziğe kalamadım, o günden alışığım sapık gibi bağırmasına. Evet. Bu da gerçekten hüküm vermek. Asla affetmeyeceğim anlamında. Soyadım birkaç kitapta geçiyor, kutsal bir yanı var, ondan sanırım. Gereksiz bulduğum konulardan birine dönüştüğünde herkesin oklar fırlattığı bir savaş alanını andırıyor ne yazık ki. İnsan kendi adını temsil edemeyecek hale getirilmemeli ve de bilmediği şeyden sorumlu tutulmamalı. Hüküm okuyarak verilir. Ben o cümleyi bulana kadar bağırmış oldu. Bu ne lanet bir şey böyle. Bilemiyorum ama her şeyin bir sonu var mutlaka. Ben mezarıma kendi adımı yazdıracağımı düşünebilirim ama sen benim cehennem ahlakımı bile hiçe sayarsın öyle mi? Cehennem dediğin nedir ki? Allah demenin bir yolu daha. Ölüp gideceğiz yani. Bu muameleye maruz kalmadan okusaydın ayrı konu, bu muameleyi birbirimize yapmayalım ayrı konu. Şunu anlayın artık yani –suyunuz ısındı. İnsanı hayattan soğutan şeylerden hoşlanmıyorum. Benim duygularımla arama girmeye hakkınız yok. Duygularımı hiçe saymaya veya duygularımla oynamaya hakkınız yok. Affetmek ayrı şey, salak olmak ayrı şey de ondan. Salak olmasalardı.
Vazoyu temizledim ve çiçeğin güzel koktuğu günleri anımsadım. Geçmişe fazla takılma diyen bir kitap okudum. Çiçeklerin suyunu vermek için bir de duşun altına tutmak için banyoya yöneldim. Banyonun kapısına bir sticker yapıştırdım: çiçek gibi güzelsin. Bu bir kedi resmiydi ve çok komik çizgilerle renklendirilmişti. Bazı filmlerden kalma bir espri miydi bu çiçek acaba? Biz gökyüzündekilerle böyle alakasız ama çok romantik bir şey konuşuyorduk. Bir sürü çiçek attılar bana doğru ve çok da sevindiğimiz bir şey oldu, hayatım bir düzene girdi. Ben artık anayasayı okuduğumdaki gibi bir eserler kanunu yasası ile huzur bulup coşarken, iş yerime gelen çiçeklerin ne kadar da zengin olduğunu düşündüm. Kaktüsler sıraya girmişti, su da istemez, öylece durur, estetiktir, sokaklarda çok vardır bazı şehirlerde, bazı kaktüsler zahmetsiz diye düşündürür bana hayatı. Aslında bakım ister diye başlar bir makale ve okursun. Vazoyu temizleyip dolabın içine kaldırdım. Dolabın içinde sayısız kase ve de tabak var ama hepsi de misafirler için. Çiçekli tabaklara baktım ve içindeki yemeği düşündüm, aklıma sadece kuruyemiş geldi. Çünkü onlarca misafirin olmadığı bir günde geçmişi bu çiçekler gibi anımsamanın bir asalet taşıması lazım. Ben henüz okulun ilk günü gibi mutluyum, anneme okuduğum şiiri anımsıyorum, yemek için erken ama hayat asla çok da geç kalmış değil. Yemişler vermiş eline ve de seni bir yola koymuş. Yemek için erken ama sofranın düzeni eksiksiz olacak diyemiyor insan birden. Çiçeğin yapraklarını koparmaya başladığımda kar mı yağacak yağmur mu diye sormuştum. Benim tencerenin dibini sıyırıp düğünümde kar yağmasın deme alışkanlığım vardır. Karlar altında bir çiçek vardı, o filmi izledim. Yamyamların olmadığı bir dünyada yaşamayı isterdim. Vazoyu kenara alıp tekrar kuruladım. Vazonun içine bir tane muska koydum. Orada durmasının benim için bir sakıncası yoktu, içinde okunmuş dua vardı ve de bütün dileklerimi bile Allah’a hayırlı bir evlat adamıştım. O konu kesinlikle benim bilgim dahilinde olmadığından kulak hırsızı ve yalana kulak veren bağıran çoban dualarıyla hüküm vermem gerektiğini bilmiyordum. Kitabı açıp hüküm verdiğim konuları okudum, kutsal kitabı. Bu çok sıkıcı olmadı ama muska yasak değildi, beni yanıltmalarını istemezdim. Vazoyu evin güzel bir köşesine koyup içine yeni çiçekler doldurdum. Evin aşağısındaki kadın satıyordu, alıp anneme verdim. O da bunlar çok güzel, sen daha güzelsin dedi. Benim için çiçek kokulu bir dünya ile çorba kokan ev arasında bir dünya kadar fark vardı. Çiçeklere çok . önem verirdim ama gidip almak aklıma gelmezdi. Değişik yeşil bir bitki vardı, onun çiçek vermesini bekledim tek başıma. İnsanların duygusal zekasına dair onlarca kitap okudum. Vazonun rengi güzeldi ama bizim evin ilk vazosuymuş, ben doğmadan önce almış annemler. Vazo güzel. Dışarısı yemyeşil.
Bizim evde panjur yoktu, pencereleri beşgendi. Yani bu kurabiye yerken yanında süt içmeyi andırsa da çok da önemli değil, evin içerisi görünmüyor. Güneşlikler yeterince kalın ve perdeye de gerek olmuyor. Perdeyi araladığımda temiz bir odada oturuyor olmama dair tuhaf bir huzur kapladı içimi bir an. Bunun nedenini bilmiyorum ama oda karanlıkken pek aklıma gelmiyor. Belki de ama çocukken adanın ışığını yakmayı unuttuğumda söylediğim şarkı hiç de beni andırmıyordu. Annem babam polis diyen o tuhaf şarkıyı hemen hiç duymadım ve ailem polis değil. Panjur olsaydı evde aynı huzurla otururdum yani loştu ve keyifli bir uyumu vardı kitaplarla evin. Evde bir köşede kitap okumak an meselesiydi, ne zaman kitabımı alıp köşeye çekilirim gibi bir duyguydu. Toplumun her kesimine hitap etmiş herhangi bir şey okumak da iyiydi.
Bir bütün hayatımı okuyarak geçirecekmişim gibi değil de evin bir köşesi gibiydi daha çok. Baş harfi S olan kelimelerden en çok bulanın kazandığı saçma ve iddiasız bir oyun oynamıştık elektrikler kesildiğinde. Çocuk insanın babasıdır şiirini okumuştum William Wordsworth’ten, bugün kutsal kitaptan da okudum benzer bir cümle. Ucu kırık bir sürü kalemin olduğu bir fincan vardı. Biz de cama buhar yapıp adımızı yazmaya karar vermiştik ama çok da anlam veremeyip hiç tanımadığımız bir şarkıcının adını yazmıştım ben. Ezbere okuduğum şiiri nasıl hemen unuttum? Nasıl da anımsayamadım hiç aklımdan çıkmayan şarkının sözlerini? O an şarkı söylemeyecektim de ondan... bir an kalemin ucunu neden falçatayla açtığıma fazla anlam veremedim. Anlamsız bir gündü. Her şey anlamsızdı. Sonra bu şarkıyı dinledim galiba. Emin değilim.
Bizim bazı konulardan anlam çıkarmamamız ve kendimizi ifade etmemiz gerekiyordu. Ben okulda okuduğum şiiri ifade etmek zorunda olduğum için kendimi ifade ediyor gibi olmadım çok fazla. Daha çok ve daha sağlıklı şekilde kitap okumak istiyorum diyerek hayatta ne anlatamamış olabilirdim ki? Diğer şiiri! Peki ama bütün dünya kitaplığına nasıl hüküm verebilirim? İnsanlar o kitapları okuyor ve de bunlar her yerde satılıyor. İlgi alanıma denk gelen bir şey okumak istiyordum. Bizim grup üyelerinden biri de o kitabı okumuş, bu tesadüfü çok sevimli bulduğum söylenemez ama bir kitap aldım. İnsanlar neden seni daha zeki görmek ister ve de okumana izin vermez bilmiyorum ama sınava çalışırken hayat hiç de inanılmaz sıkıcı değildi. Sınavda blues mu soracaklar, yeniden doğup gelirsem ne olacak bilmiyorum dedim, kitap okuyorum. Bu açıdan dünyanın tek bir gerçeğine bile ışık tutulamaz. İnsan açar okur sadece. Alaaddin’in sihirli lambasını okumak için izin istedim ve de kitap okumak için izin istemeyi sevdim. Kütüphaneye de gittim, aynı konu. Bir kurdele göremedim. Küçük bir elması kızaran vardı, o ne oldu? Sahi. Siyah giydim ve beyaz giyemedim dedim, tamam. Beyaz giydim ve siyah giyemedim derken avaz avaz bağırmak da nesi? O zaman sanırım çok fazla şarkı dinlemenin bir bedeli oldu hayatımda ama ben müzik dinlemeyi seviyorum. Bunu bir psikolojik tedavi platformu gibi gören bir yazar daha var ama ben spor sosyolojisi okuyorum. Bu avaz avaz bağırmakla aynı şey mi? Anlayamadım. Spor hayatım çok iyi geçmedi ama loş odada yapılan şeylerin başında meditasyon falan var. İçimden iyi bir sporcu olmayı değil de huzurlu olmayı diledim. O nedenle... müzik öğretmeni olmadım ama hayatım da sorunlu değildi. Kendime bir şeyler kattım.
Yalnız başıma olduğumu en çok hissettiğim yerler sokakta yürümektir. Orada her şey benim için sevimlidir ama gözüm içe dönük ve aklım biraz da gökyüzündedir. Havanın nasıl olduğuna bakıp dışarı çıktım ama hava durumu çok süper değildi. Ben pencereden bakıp çıktım, hayalimde bir kuru dal vardı. Üstünde zavallı bir kozalak ama yeşil yani, sevdiğimden anlamlı. Kolayı var dedim içimden bir tebessüm etmenin en kolay yanı hafif başını yerden yukarı kaldırmaktı. Benim sorunum değil bu, iletişim şeklim. Bana çözüm gerektiren konu ise montumun cebinde kalmış olan bir çekirdekti yine. Alıp onu geri cebime koydum. Çok şekerdi ama ben yeterinden fazla anlamlı buldum. Seviyeli bir konuşma için evde hazırlık yapmıştım. Babamdan izin isteyip çıktım ama bir yere daha uğradım. Kuruyemişçinin önünde kuyruk vardı. Leblebiler mis gibi kokuyordu ama evde aslında kahve yoktu. Birden konu dağıldı ve eve döndüm. Sayısız örnek vardı yoldaki ağaçlarda hayalime dair. Pek çok ağaç hayalimde gördüğüm gibiydi ama biraz içim buruktu, annem sanki biraz bozulmuş gibi geldi bana. Umarım küsmemiştir diye düşündüm ve eve döndüm. Güler yüzle karşıladı beni. Küsmemişti sevindim. Ben dünyaya küstüm dedim ve gülen bir yüzle kitabı açtım. Bir iki sayfa okulda ezberlediğimiz dualardan okudum ve samimi bir tövbe nedir diye merak ettim durdum. Yolda bir sığır sürüsü vardı. Ağaçlı bir yoldu ve artık hayvanlar bize yol vermiyordu. Amerikada’da varmış o tip konular diye biri bir laf açtı sanki. Onların evlerinin önünde daha çok kuru dallar oluyormuş. Olsun dedim. O kadar mühim değil benim için. Belki bir şarkı olur, belki de ben de görürüm. Karabiber kokuyor dedi biri, evleri de pek temiz ve büyük. Anladım ki benimle aynı yolda yürümüyordu insanlar ama şarkıları dillere düşmüş bile. Tuhaf şey. Henüz duymadığım bir şarkı bana bakıp tebessüm ediyor, öyle mi? Kurtların sorunu bu değil mi dedi biri. Kurtlar yani, koyun tanımayan diğer bir hayvan türü. Koşarak eve gitmemi söyledi biri, o masalı bana annem anlatmıştı. Kırmızı bir gül alıp eve gittim. Anneme verdim. Olay bu dedi biri, matematikten kaytarmanın bir yolu. Parfüm olarak seçtiğim şey sürekli sevmediğim bir hikayeyi bize anlatıp, kıs kıs gülüyordu. Parfümüm hafifti, kokusu güzeldi, ucuz değildi, pahalı da değildi, yanımda ne kadar varsa o kadardı. Fiyatı sürekli konuşuldu. Parfümün üstündeki sarı şeffaf doku çok şekerdi, hafif bir şeker tadı da vardı ama karnım toktu. Parfümün üzerindeki resimde bir kutuyu atmaya kıyamayacağım kadar güzel bir logo vardı ama adını bile unuttum. Parfümün üzerindeki şey neydi? O parfüm hangisiydi yahu? Şimdi unuttum ama koku olarak benzer şeyler seçiyorum kendime. Merdivenlerin kenarına tutundum ve eve geldim. Evde yavaş yürümemi öğütleyen terlikler çok ses yapıyordu. Kış gelmedi henüz, ev botlarım ortalıkta yoktu. Bunlar çabuk unutuldu. Yazlık terlikler sürekli bir hedefe dönüştü arkadaşım için. Ona misafir terliği aldım sonra. Onun adına çıktığım yolda bir psikiyatriste gittim ve dedim ki, ben bir masal yazmak istiyorum, okulda da bu konu var. Aslında bir kitap alamadım. O kadar çok ağladım ki o masal için, anlatamam. Benim masalımı kimse okumayacak gibiydi. Merdivene tutundum ama yaşlılık izlerini silmedi elimdeki çanta. Daha komik bir şeyler yazmalıydım çoğuna göre. Gülecek çok bir şey kalmamıştı artık, bir iki şarkı dışında. Onları da evde dinlerim dediğimde, ünlü doktor konuştu - çöz içindeki düğümü. Okulun merdivenlerinde yürüdüm. Yıkılacak gibiydi duvarları ama iyiydi gene de, sağlamdı yani. Panoda bir şiir okudum, gelecek de bir gün gelecek konulu. Beni üzen yanı hayatın bütününü yansıtmasıydı. Hayatın bütünü beni yansıtmıyordu. Çocuklar türkü okur mu bilmiyorum ama okulda şarkı söylediğimde ailem bana alkış tuttu. Örgü etek bluz takımı giydiğimden desenleri konuşulabilirdi belki ama konu bizi anneannemin dergilerine yönlendirdi. Onun bir hırkası vardı, konuşmaya renk kattı. Miras olarak az bırakmış komşunun kızına ama oğlu nasılsa zengin diye düşünmüş de olabilir. Onlara çaya gittik ve yolda bulduğum bir kuru yaprağı defterimin arasına koymamaya karar verdim. Konu çok uzamıştı ve benim için anlamsızdı. Birden fazla yolu vardı kaybolmanın. Gazeteler sıraya dizilmiş de haberim yok. Hepsini de üst üste durduğu yerden alıp kapının önüne koydum. Kapının önünden ayakkabılarım çalındı. Bunu asla komik bulmadım. Gazeteleri alacağına ayakkabılarımı almış biri. Ondan sanırım biraz da hüzünlü bir müzik açtım ve bunu gençliğin sorunu olarak düşünüp rahat bir nefes aldım. Parfümüm o konsere uygundu artık. O günden sonra beni soranlara o grubu tavsiye ettim ve kapımı onlara kapattım. Okulda sevdiğim biri de olabilirdi ama yoktu... o kendi ülkesinde okuyordu aynı şiiri, ben de kendi evimde. Olay bu dedim. Parfümün değeri tartışılmamalı. İnsan iki laf etmek için hayatı zehir etmemeli.
Küçükken düşmüştüm yolda yani kaldırıma yakın araba geçmeyen bir yerde, dizlerim kabuk bağlamıştı. İlk dizlerim kabuk bağladığında çok ağlamıştım, sonra fazla ağlamadım ama kabuğuna dokunmamam lazımdı. Portakalın kabuğunu gözüne sıktın mı hiç, çok komik oluyor, o zaman da ağlamamıştım. Az ağlamıştım. Tiyatroda da eşekler vardı, pek yadırgamamıştım seslerini. Doğada olan şeyler bana coşku verirdi ama evde aynı coşkuyu hissetmek için bir tek televizyonu açmak yetmezdi. Merasimler bitmedi, marşlar hep okundu, saygıyla karşılandı her şey, yürürken salonun yerlerini süpürmeyi akıl eden bir robot vardı artık evde demek ki, ne güzel... jetgiller aşırı komikti ama sokakta hiç aklıma gelmezdi doğrusu. Kabuk bağlayan dizlerim aklıma geldi, yaraya merhem olarak bir şey sürdük ama kan kardeş olmak bu olamazdı. Evdeki küçük terazinin içinde bozuk paralar duruyordu. Onları teraziye doldurduğumda ben de fena hissetmiyordum, bir katkı gibi. Teraziden alırken de yani en fazla bir içecek ve bisküvi gibi... sorun yok aslında ama konu kazanmak olunca ben kendimi çok anlamlı bir kütüphanenin içinde ne okuyacağına karar verirken bir dünya turu iptal etmiş biri gibi hissediyorum bazen. Bunu istediği noktaya taşır insan. Dün ne dedim arkadaşıma? Anımsamıyorum. Pek fazla anımsamıyorum. Şimdi misafirliğe gidip çay içelim dede dermişim. Onu anımsıyorum. Demek ki bana da annem anımsattı. Oysa ki benim konuşmamla ilgili bir kutsal inancım vardı, hiç yıkılmadı. Sağlam kafa sağlam vücutta bulunur demek konuşmak mı demek yani? Neyse işte, yolda bunları yazmaya karar verdim ama ne yazacağımı bilmiyordum. Sınav kağıtlarım bana bunu anımsatırdı sıklıkla. Tuhaf şey değil ama gerçekten de hayatın en güzel çağı denilince bir asırlık bir gündem gelirdi aklıma. Evdeki pomatı ecza dolabına koyup kapağını kapattım ve sokaktaki eczaneye indiğimde yanımda bozuk para yoktu, buna çok sevindiğimi anımsamıyorum aslında. Oyuncak topun her boyu vardı evde ama piknik hariç oynamıyorduk eskiden, acaba onun mu etkisi oldu sokaktan eve kedi almamızda? Belki de. Satranç takımını kaldırdık, piyonlar anında bitti, ben de güldüm. Kafamı karıştıran şey yolu bulmak için ilerlemenin anlamında yoktu. Birkaç kitap daha sıraya dizildi. Ne okumalıydım? Çizgi film festivali ile kiraz festivali benim için aynı şey değildi. Bunları düşünebilirdim rahatlıkla ama soran kimse yoktu. Yanıtlar hazır fakat bir yolu yoktu gitmemin. Aslında denizde yüzmeyi öğrenmiştim ama gene de havuzda bone takmak eğlenceliydi. Klor kokusu bana iyi geldi alıştıktan sonra. Havuzun içinde yüzen bir deniz yatağı vardı. Yani biz onu mutlaka çıkarırdık ama dizimdeki kabuk ıslanmıştı ve ben biraz mutsuz oldum. Acaba gene kurur muydu yoksa yara gibi mi görünecekti. O zaman merhem kötü görünmedi bana. Ojeleri çıkardığımda kolay oldu diye düşündüm gene. Kolaydı işte, ne bileyim ben. Bir şey de kolaydı. Ben bir iki şarkı söyledim anneme, o kolaydı. Bunları bulmak isterdim her okuduğumda ve bu doğru ama her okuduğumda ben aynı ben değilim. Bazen spor, bazen felsefe ama akılda kalmalı inan ki... kusurları örtülemeyen bir neyim var anlayamadım inan ki? Bağırmaya değecek mi? Sokakta değilse de toplumda kabul görür mü? Bana arkadaşını söyle sana kim olduğunu söyleyeyim. Aynı zamanda da bir bakıma büyük bir kısırdöngü içinde beni yakalayan bir sorun olsaydı eğer, konusu ben kendim olamazdım. İnsan asla tek başına kısırdöngü yaşamaz. Sözlük okursun dedi içimden başka bir ses. İkinci harften sonra yine aileme verecek bir haberim oldu, kelime içerikli bir konuşmaydı bu. İçinde cümleler vardı ama konuşma yoktu. Bu kadarı sürekli olabilir... kitap gibi yazarız ama konuşmak için bir neden de bulamıyorum inan. Sevgili çocukluğum, bana küstün mü? Peki haydi hoşça kal şimdi. Belki bütün plan baştan yazılır ve bugün havuza girmem.
Ben çocukken çok küçük yaşta yatağımı toplamayı öğrenmişim, pijamalarımı katlayıp kenara koyarmışım ve de giyinip odamda beklermişim. Bunu sıklıkla anlatırlar. Çocuk olarak anlamıştım ki ev derli toplu değilse sokağa çıkılmaz. Sokakta dokuz taş oynamam tamamen kendi beceriksizliğim ayrıca bir oyun daha vardı, şişelerin kapaklarıyla oynanıyordu ama şimdi tam anımsamıyorum. Sahilde rengarenk taşlar vardı, çakıl taşı vardı mesela, rengarenk midye kabukları vardı ve de onları bir torbaya doldurup geri atmıştım. Balık görmeyi sevmezdim fazla ama mutlu olduğumu anımsıyorum. Balık ayıklamayı asla beceremedim ve balık hazır yense iyi olur diyenler arasına katılmıştım bile. Yazın yapamadığım bir şey gibi değildi kartopu oynamak. Yazın da oyun oynanırdı, kışında oynanırdı ama ben sevimli bulduğum bir şey yaptım ve eteğimin altındaki kilotlu çorabın çift görünen yüzünü ters giydiğimde tekrar düzüne çevirip bir numara büyüğünü aldım ama renk olarak değil de kartopu deseni olarak düşünmek isterdim. Sağlıklı bulduğum bir konu da kartopunun kendisinin kardan adamın havucunun rengini alan sokaklardı. Güneşin batması beni mutlu ederdi eskiden. Gizli saklı yaşanan şeylerin biri bile duyduklarımla örtüşmedi ne yazık ki... bir tabu gibi ele alındı bazı konular. Bana küfür etmeyi öğreten büyüklerim bana bir şey öğretemediler ama kitaplarda var. Bazen de düşünüyorum da yolda düz yürümek çok önemli bir konu, sabit pazarı düşünüyorum mesela ama balık demeden aklıma bile gelmiyor yeri. Belgesel fotoğrafçılığı çok ilginç bir konu ama ben kendi kitabımı okurken kitaba önyargıyla yaklaşan bir ses duymayı sevmediğimi anlamış oldum gene. Denize düşen çakıl taşı sesi miydi sizce? Olsun artık televizyonda önyargılar da mı tartışılıyor, olsun artık sanat adımını bizim eve de mi attı, olsun artık çocuk değil miyim? Bu nasıl bir gürültü böyle ki saygı nedir bilmiyor. Saygı nedir bilmemek çok kolay bir şey. Önemli olan biraz daha insan gibi yaşayabilmek. Yatak odamla diğer odalar arasından vapur geçiyor. Peki yeşilin tonu sokakta olduğundan değil benim bakışımla renkleniyor. Peki anladım samimi olarak yalnızlık bir tutku gibi beni sarıyor ve yeniden doğup gelince paylaşacağım bir belgesele dönüşüyor. O konu ne olurdu? Kızların sorunları. Okudum ben binlerce değil ama boşanma ve sorunlu ilişki kitabı. Bir ego sorunum yok ama kurallara uymaktan bunu mu anlamalıyım yine, anlayamadım.
Enerjinizi çimlere atın artık. Kimsesiz yaşanmıyor diyeceğim yıllara çok kalmadı ama ben aynı insan olarak penceremi açmak ve temiz hava almak istiyorum. Temiz havanın benim için anlamını tatmak ve evin içinde yaşamak istiyorum. Kazaklarımı sıraya dizdiğimde kilimlerle aynı mutluluğu bana versin istediğim de bu mu? Bir film setindeyiz ve bunlar da harfler... filmin ilk karesinde ben anlayış beklentimi anlatan bir yolculuğa çıkıyorum eve döndüğümde yanımda bir çakıl taşı var. Reklamlarda bunları görmek isterdim doğrusu. Bana anlamlı gelmeyen seslere kafa yorduğumu sanıyorsunuz. Ben neyi anlatamamış olabilirim ki anlamamış olayım?
Pastanın üstü çikolata kaplı... Haydi git ye:))

ONLAR YALNIZLIK BAŞA BELA KAYIP SANA AŞIK OLMAK YAZILARIM ARASINDA ÖZEL TAVSİYELERİM
|