GÖKÇEN YILMAZTÜRK’LE YAZARLIK HAKKINDA KONUŞTUK...
Gökçen Yılmaztürk, 2004’te yayımladığı Aralık Roman’la adından oldukça söz ettiren, bizim de yayın ekibi olarak kitabını okumaktan büyük zevk aldığımız bir yazar. Özgür Roman olarak yayın hayatına başlarken, ilk röportajımızı kendisiyle yapmayı çok arzu ettik. Kendisinden yazarlık konusunda fikrini almak istediğimizi söylediğimizde alçak gönüllülükle kabul etti ve yeni kitabını yayıma hazırladığı bu günlerde bize vakit ayırdı. Bunun için kendisine teşekkürlerimizi sunarız.
Bize biraz kendinizden söz eder misiniz?
Romancı olarak konuştuğumda, kendimden söz etmeyi çok gerekli görmüyorum aslında. Yazarın işinin yazmak olduğunu; yazdıktan sonra da metin ile okur arasından çekilmesi gerektiğini düşünüyorum. Böyle olursa üçünün de, yani yazarın, metnin, okurun, daha özgür olabileceği fikrindeyim. Bir tür kuvvetler ayrılığı ilkesi…
Peki, bu yolculukta ne zaman ben artık yazarım diyebildiniz? Ya da kendinizi ‘yazar’ olarak tanımlıyor musunuz?
Artık evet! Aslında kitabım yayımlanmadan çok önce kendimi yazar olarak, romancı olarak görüyordum. Bunun için illa kitabımın yayımlanması gerekmiyordu. Yine de yüksek sesle söyleyebilmemde, Aralık Roman’ın yayımlanmasının etkisi büyük oldu. Kendini bir yazar olarak hissetmekle, yazar olduğunu söyleyebilmek arasında, sanırım böyle bir sürece ihtiyaç var.
Kitaplarınızı ne kadar sürede yazıyorsunuz? Başka bir deyişle bir romanın ortaya çıkması ne kadar sürer?
Buna kesin bir yanıt vermek imkânsız. Her romanın kendi süresi var. Bunu yazarın değil de romanın belirlediğine inanıyorum.
Yazmaya nasıl başlarsınız?
Belki tuhaf bir yol ama ben önce bitirip sonra yazmaya başlarım. Yani açık ya da örtük bir hazırlık süreci var önce. Bu süreç boyunca notlar alırım ben. Notlar birikir, bölümler şekillenmeye başlar, kurgunun tamamlandığına inandığımda artık hazır olduğumu düşünürüm.
Yazmak yetenek işi midir? Öğrenilebilir mi?
Bakın bir meslek adı olarak “yazar”, yazmak fiilinin geniş zamandaki çekimidir. Çok az mesleğe özgüdür bu. Elbette her meslek gibi yetenek ister. Yine de yetenek tek başına yeterli değildir. Bu başka şeyler için de geçerli. Deneyim olmadan yetenek kontrolsüz güç gibidir. Nasıl bir yön izleyeceği hesaplanamaz. Deneyim derken, onlarca kitap yayımlamış olmaktan söz etmiyorum. Neticede Aralık Roman benim ilk romanım. Okumak, bakmak, yaşamak, bunların üzerine düşünmek gerek. Sonunda da yazmak elbet. Başta da söyledim Yazar, yazar.
Türkiye’de kitap yayımlamak zor mudur? Bir kitabı yayımlatmak için hangi süreçlerden geçmek gerekir?
Evet, bir yazarın ilk kitabını yayınlatması çok kolay değil. Sanırım bu durum ülkemize özgü bir durum değil. Dünyada da bunun çok kolay olduğunu sanmıyorum. Fakat şu da var ki; eğer iyi bir şey yazdıysanız, önünde sonunda ona hak ettiği değeri veren birileri çıkıyor. Asıl iş de ondan sonra başlıyor aslına bakarsanız.
Nasıl yani?
Kitabın okura ulaşması gerek. Bu da eserin niteliği kadar yayınevine de bağlı. Eğer yayıneviniz üzerine düşeni eksiksiz yaparsa, kitabınız iyi dağıtılıyor, eleştirmenlere gönderiliyor, reklâmı yapılıyor. Aksi takdirde siz ne kadar iyi yazarsanız yazın, okura ulaşamadıktan sonra, yaptığınızdan bir tek sizin haberiniz oluyor. Bir de belki yakın çevrenizin. Neyse ki ben bu konuda şanslıydım.
Yayınevi önemli o halde. Buna nasıl karar vereceğiz peki? Yani hangi yayınevine gitmemiz gerektiğine…
Birçok yayınevi bugün tarzını belirlemiş görünüyor. Sadece bilim kurgu yayımlayanından tutun, kazandıracağını düşündüğü her şeyi yayımlayana kadar çok geniş bir yelpaze var. Ne yazdığınızı biliyorsanız, bunun üzerinde düşündüyseniz, biraz deneyim biraz sezgi herkese yol gösterir sanırım.
Yayınevleri nelere dikkat ederler?
Bunun yanıtı zor. İtibar kazanmaktan para kazanmaya kadar pek çok şey olabilir bunun yanıtı.
Türkiye’de yazarlık para kazandırır mı?
Yazarak geçinmek zor. Fakat bunu düşünerek yazmak da öyle.
Yeraltı edebiyatı hakkında ne düşünüyorsunuz? Kendi romanınızı yeraltı olarak tanımlar mısınız? Türkiye’de yeraltı edebiyatı sadece fanzinlerden mi ibaret?
Bunun yazınsal bir tür değil de bir söylem biçimi olduğunu düşünüyorum ben. Yani bir bilim kurgu metni de bir aşk şiiri de hatta bir inceleme bile, eğer yeraltına uygun bir söylem içinde ortaya konulmuşsa, yeraltı edebiyatı içinde değerlendirilebilir gibi geliyor bana. Evet, benim romanımın da yeraltı unsurlar içerdiğini söyleyenler oldu. Yer yer haklı oldukları noktalar da yok değildi hani. Yine de nasıl sınıflandırılması gerektiğine ben karar vermek istemiyorum. Benim işim değil çünkü. Sorunuzun son kısmı için de soruyu söyle sorarsak yanıtlanması daha kolay olur gibi geliyor bana. Türkiye’de underground bir kitle var mı? Varsa bu kitle kendi edebiyatını oluşturacak jargona sahip mi? Yoksa çeviri yeraltı edebiyatı eserlerine bir öykünme mi söz konusu? Bunları yanıtlamak da edebiyat sosyologlarının işi.
Son olarak yazar olmak isteyenlere önerileriniz nedir?
Nerede okuduğumu hatırlamıyorum. Bir genç gelip Andre Gide’e, “Sizce yazar olmalı mıyım?” diye sorar. “Olmayabiliyorsanız olmayın.” diye yanıtlar Gide. Bence çok zekice bir yanıt. Çünkü yazmaktan başka çaresi olmayan kişilerdir büyük yazarlar. Başka türlüsü mümkün değildir onlar için. İddialı görünebilir. Fakat iddialı olmayacaksanız sizi okumak için bir nedenimiz de olmaz. Bunun için de tam bir farkındalıkla yaptığımız işle hem hal olmayı öğrenmeliyiz. Bunun yolu da bana kalırsa yazarı öldürebilmekten geçiyor. Yazar haddini bilmeli ve eseri serbest bırakmalı. Ancak serbest kalan bir eser yaşayabilir çünkü.
Teşekkürler Gökçen Yılmaztürk
Ben teşekkür ederim.