2. Nasıl insan dolu dışarısı,nasıl…
Kımıl kımıl,itiş itiş, kakış kakış,yapış yapış..Bedenler arası mesafe sıfır, ruhlar arası uzaklık dünyanın çapı kadar…Neredeyse. Çokluktan yokluğa uzanan amaçsız bir sefer.
Tuşlara basan parmakların tutamadığı,ekrana bakan gözlerin göremediği doğa hızla değişiyor.
Her şey paketli . Kullanıma hazır. Davranışlar,tavırlar,planlar,yapılacaklar, konuşulacaklar. Kuşkulanmaya gerek ve zaman yok.
Öte yanda ,bu dünyadaki zamanları kısalmış, kendi aralarında eski dünya sözcükleri ve kavramlarıyla konuşan bir avuç garip..
Kıyı bölgelerinden denize ya da en yakın çukura gömülecek başıbozuk divaneler. Sayıları iyice azalmış. Günlerini birlikte geçirmeye çalışıyorlar,nesillerinin tükenmekte olduğunu bilerek. Dillerini konuşan kalmayacak yakında. Yok olan dil, yok olan uygarlık Bir kez daha..Kendinden farklı olanın bıraktıklarını yıkarak kendi kulelerini dikecek yeni bir biçim..
Alex Proyas’ın ünlü distopik filmi “Dark City” de insanlar gece uyur ve sabaha şehrin değiştiğini fark etmezler. Çünkü karanlık siluetli” yabancılar” onları uyutur ve hafızalarını yitirirler.Bir türlü anımsamazlar

güneşi, kim olduklarını, nerede yaşadıklarını,geçmişlerini,nereden gelip nereye gittiklerini….
Sık sık anımsıyorum bu filmi. Hatta artık içinde yaşadığımızı düşünüyorum. Bir kehanet gerçekleşmiş gibi..
İnsan öngörüsünün karanlığı…
3. Makinede yazı mı yazılırmış?Hangisi daha tehlikeli?Makine mi defter mi?Tehlikesi nerede
bunun?Okunur diye mi?Bırak okuyan bulsun belasını….
Yok,düşleyip de yazmak bana göre değil pek.Gündelik hayatımız böyle,( olduğu gibi işte, her zamanki ve herkesinki gibi )çok daha sürprizli,çok daha heyecanlı,kimi kez yavan ama birdenbire değişken ..Zaten öldürücü,bu sıradan haliyle.Süsleyip düşlemeden de!
İnsanın hiç üşenmeden her yaşadığını yazası,olmadı not edesi geliyor.Gele
cek kuşaklara (!) kalsın,gençler okurken eğlensin diye.Eğlenmek mi?Bu da nereden çıktı şimdi?
Ben oğluma ve kızıma bırakmak isterim:Yaprakları sararmış birkaç defter...Bütün sevdiğim insanların ellerinde ya da evlerinde-evi olmayan cebinde taşıyabilir-benim yazdığım birkaç satır bulunsun.Onlar göçtükten sonra bunlar okuduklarına anlam vermeye çalışan başka başka insanların ellerinde evrilip çevrilsin.Ya da açık bir pencerenin kenarından uçup rüzgara karışsın.
Nasıl olsa hepimiz,her şeyle birlikte er geç, aynı rüzgarda savrula savrula birbirimize karışacağız:Kağıt,dal,toprak,su,et,kemik,saç,tırnak,dam,poşet,yaprak,kalem ve yaşarken kullandığımız tüm kiralık eşyalar….
Sonluluğunun kabulünde bambaşka bir güzellik sezmiyor musun?
Bu güzellik sessizce göğsünde uyuyan bir kedi şimdi.
4. Yeniyi eskittim.sıcağı soğuttum.Sesleri susturdum.Zamanı dondurdum.
"Kafamda koca bir şehir var, herkes bir ağızdan konuşuyor " cümlesini , "İçimde lal bir kalabalık var" olarak değiştirdim.Bir süre sonra da " Kafamda birbirinden farklı herkes barış
içinde yaşıyor ve sınır kavgası yapmıyor" aşamasına geçeceğim, rüzgarı yüzüme vuruyor çoktandır.
"Dünya barışı için küçük ama kişisel barış için önemli bir adım." Bu klişe cümleyi içini doldurarak, yüreğimdeki tüm mürekkebi sarf ederek yazıyorum.
Çok fazla kalabalık olduğumu düşünüp insanlardan çekildim ama,aslında bana hayat veren insanlar yine de..
İnsan ,yalnız yaşayabilen bir yaratık değil. Belki de ondaki, hediye mi,lanet mi olacağına kendisinin yön verebileceği zeka yüzünden...Kendisini bir başkasının aynasında görmeden nasıl anlayacak ki?
Kiminle, hangi ölçüyle tartacak? Ya da neyin zıddı olacak,kimin sözüne söz,özüne öz düşürecek?
Türküyü kime çığıracak, fistanı kime gösterecek,kiminle kavga edip,kiminle sevişecek?
Zekasının ürünlerini kime sunacak? Kimin hayatını zehredecek,hangi ayak oyunlarıyla?
Dedim ya..Hediye ya da lanet.
Oysa kendini bilmeyenin elinde,her şey "nafile" ye dönüşüyor.
5.Hafta başı bir konseri daha başarıyla icra ettik. Cayır cayır sentetik , parlak renkli ve bir örnek bluzlarımızın , sahne ışıkları altında bizi cehennem sıcağına gark etmesi dışında şikayetimiz yoktu.
Şarkı söylemek, insanın ayağını yerden kesen bir yolculuk.Sonsuzluğa ait olduğunu hissettiriyor,eğer kendinizi ona teslim

ederseniz. İçiniz, yaşadığınız için sonsuz bir şükran duygusuyla doluyor, ruhunuz müziğe,müzik ruhunuza doyuyor.
Her şey sona erip eve dönünce bir oh çekiyorum,her
seferinde. Hem bunları yapabildiğime, hem de ardından dönüp saklanacağım bir deliğim olduğuna. Sahne halimden arınıp, ödülüm olan bir bardak çayı içerken gecenin sessizliğine başımı dayıyorum. Şimdi İstanbul'um ben.Saçımda martılar, boynumda boğazın suları, kucağımda kayıklar, kulağımda müzik:
" Yine bir gülnihal aldı bu gönlümü
Sim ten,gonca fem bi bedel o güzel"