Oldum olası çok kaygılı bir insan olmuşumdur. Acaba oldu mu, acaba doğru mu, soruları bir işi yaptıktan sonra kafamda dönüp durur. Birini beklerken, acaba nerede, şu durağı geçti mi, nereye götüreyim, soruları anın tadını çıkarmamı engeller.
Bu özelliğimin farkına üniversite yıllarında ve sonrasında vardım. Lise zamanlarımda o kadar yoğun kaygı yaşadığımı hatırlamıyorum. Genelde işimi gerektiği zaman yapardım. Hayatımı şevkli hale getirecek bir hedefim vardı. Üniversite sınavı çoğu zaman öğrencilere stres yaşattığı söylenir, evet bana o zamanlar tatlı bir stres yaşatıyordu. O zamanlar daha yedi olmadan heyecanla yataktan kalkar, matematik çalışırdım.
Hayatımda nedense şimdi aynı heyecan yok. Şimdi beni daha yedi olmadan yataktan kaldıracak bir hedefim yok. Ya da ben yaratamıyorum. Yaratsam bile aşkla bağlanamıyorum. İnşallah o aşkı o heyecanı tekrar bulacağım, bulurum, buldum...( sonuncu fiil temennidir)
Şimdi bu anlattıklarının kaygıyla ne alakası var diyebilirsiniz. Sanırım ben de bilmiyorum; ancak size kaygıyla başa çıkmayı anlatırken zihnimin beni bu sulara getirmesi sanıyorum ki bir tesadüf değildir.
Bazen reçeteler vermek yerine tek bir altın vuruş çözüm getirir. İskender'in kimsenin çözemediği düğümü kılıcıyla tek hamlede kesmesi gibi barut yok, cevabına tamam savaşı kaybetmemizin başka açıklamasına gerek yok diyen Napolyon gibi ben de bir tanelik "kaygıyla başa çıkma"nın çaresini vereceğim; hem kendime hem de bütün insanlık faydasına.
Bir hayat gailesi edinmek, bir tutku derecesinde hedef sahibi olmak, her gün onun etrafında bin tane düş kurabileceğin geleceğe ait bir hayalinin olması.
Evet bu, seni gündelik hayatın küçük şeylerine kafanı takmanı engelleyebilir, ya da takdığın zaman uzun gözlüğünü takıp gül bahçesine girerken batan bir iki dikendir, gör geç dedirtebilir. Nacizane önerimdir, dostum. Kal sağlıcakla.