1-2
"Onlar orada hırıltılı sesler
çıkararak inleyeceklerdir ve kulakları hiçbir ses işitmeyecektir" Enbiya
Suresi 100.Ayet
Onun
adını pek kimseler bilmezdi, o hocaların hocasıydı. Günümüzde yaşadığını
bildiğimiz, dokunabildiğimiz, konuşabildiğimiz ve görebildiğimiz ender âlim
zatlardan biriydi. Ama ben adını biliyordum, adı Zeynel'di.
Hakkında
bir sürü söylenti vardı. Ölümsüz olduğu saçmalığı bunların en başında
geliyordu, kendiside gülüyordu bu söylentiye zaten. Çok bilgiliydi. Buradaki
mollaların hocalarının hocalarını ve tüm bölgedeki hocaları Mısır'dan
yönetirdi.
Okulda
tam kaptanlar tarafından iyi bir ceza alacakken geldi. Buraya 4. gelişiydi.
Elini kaldırdı beni işaret etti ve eliyle gel dedi. Herkesin boynu büküktü
gittim yanına boynum dik vaziyette. Tebessüm etti elini uzattı.
Bizde
makamı büyüklerin her zaman eli öpülürdü ama ben bunu da yapmıyordum. Elimi
kaldırdım tokalaştık. Tam o esnada kendi hocam yıldırım hızıyla bana bir tokat
attı. Çünkü bu saygısızlıktı.
“Neden
vurdun Cüneyt'e?” dedi Zeynel.
Cevap
yoktu. Cevap aslında vardı ama gereksiz saygıdan eğilmiş kafalar suratına bile
bakamıyordu Zeynel’in.
“Gel
benimle genç” dedi, gittim.
Dergâhımızın
bazı yerlerine ben, beni boş ver bir sürü tanınmış kişi bile giremezdi. Gizli, saklı
ve izin alınıp girilesi yerlerdi. Dergâh sahibinin bile çok nadir girdiği odaya
çıktık. Sadece o ve ben vardık.
“Seni
götürmemi ister misin?” diye sordu.
“İsterim”
dedim.
“Bu
ne istek çocuk? Sormayacak mısın nereye gideceğimizi?” dedi.
“Gerek
yok, istiyorum”
“Gözlerinde,
çölde aslan avlayan Hz. Hamza’nın ışıltısı var, o yüzden seni çöle götüreceğim”
dedi.
Kabul
ettim. Dediği gibide yaptı. Bir sürü yerden benim gibi seçilen tam 42 molla
toplamıştı, bende onların arasındaydım, Mısır'daydık. Her gün ders görüyorduk.
İşin ilginci bugüne kadar gördüğümüz hiç bir ders yoktu. Felsefe, psikoloji,
yabancı dil, nezaket kuralları, elektrik-elektronik, mekanik taşıma aracı
kullanma gibi dersler vardı. Ve bunların yanında hobi olarak seçebileceğimiz
istediğimiz kadar ders.
Büyük
lüks bir okuldu. Bir sürü güvenliğin nöbet tuttuğu ufak surlar içinde kocaman
bir kale gibi düşünün. Bazı süslemeleri tarih kokuyor, neredeyse her yer
yeşillik. Botanik sınıfı bile vardı içinde. 3 katlıydı, her kat balkonunda
saksılarda çiçekler, kısmen sarmaşıklar, iç tarafta kalan koca avluda palmiye
ağaçları vardı. Her ağaçta mutlaka el yapımı kuş yuvaları vardı. Marangoz
sınıfı yapıyormuş bunları ve köpek kulübelerini. Kısaca bir okuldan daha
fazlasıydı burası.
Her
iki üç ayda yeni bir sertifika alıyorduk. Tüm ehliyetler, İngilizce ve
bilgisayar dalında dünyaca geçerliliği olan sertifikalar, aşçılık kursu,
botanik kursu, marangozhane kursu ve Mısır'daki o an okuduğum üniversite
tarafından noksan puansız verilen üniversite diploması ve ve ve sayamayacağım
kadar belge ve sertifika. Bu üniversiteye dışarıdan öğrenci gelemiyordu. Onlar
seçiyordu.
Aslına
bakarsanız bu bir yarıştı. Bu okulun en ileri gelen isimleri keşfettiği yeni
çocukları buraya bir türlü getirirler ve diğerleri ile yarıştırırlardı. Mezun
edene kadar onla ilgilenir ve hayatlarının sonuna kadar kendisine bağlı
bireyler yetiştirirdi. Ben de Zeynel’in tek atımlık kartıydım. Tüm ileri
gelenler en az 3 tane öğrenci getirmişken, Zeynel bir tek beni getirip koydu bu
pazara. Ve yarış benden habersiz çoktan başlamıştı.
Okul
hayatım boyunca 2 arkadaşım oldu. Birisi tıknaz ama kurnaz Ketamin isminde
Ürdün'lü, diğeri de Bubekir adında bir Afgan çocuk. Bubekir'in ismini babası
koymuş. Aslında Ebubekir’imiş ama sonra girdiği bir iddia varmış. İddiayı
kaybederse çocuğunun isminin ilk harfini sildirecekmiş. 3 kere kaybetmiş 2 kere
kazanmış. Ve Bubekir isminden 1 harf eksik şekilde ucuz yırtmış. Arada da yan
sınıftan asıl ismi Hu-Lee ama dergâh tarafından ismi Halit olarak değiştirilen
uzak doğulu bir çocuk gelirdi muhabbete. Bu çocuk en son sınıftaydı. Bir yıl
boyunca muhabbetimiz oldu, okulu bittikten sonra bir daha hiç görmedim.
Burada
kendini kanıtlayacağız süreyi doldurana kadar bazı yasaklar vardı. Telefon ve
internette haberleşme televizyon izleme bunların başında geliyordu. Ailen ile
ayda 4 defa mektuplaşabiliyor 1 kere de onların kontrolünde telefonla
konuşabiliyordun. 3 ayda bir seni ziyarete gelebiliyorlardı. Kız arkadaş katiyen
yasaktı, evlenme çağına gelirsen sadece bu öğrencilere özel kızlar vardı, çok
önceden belirlenmiş kızlarla evleniyordun. Bu okulun birde kız olanı vardı
çünkü. Senin o okulda aynı numarada aynı sınıfta aynı eğitimi almış bir karşıt
cins yansıman gibiydi bu iş.
Her
şeyden en önemlisi yaşama kavgamızı kaybetmemizi istememeleriydi. Gözümüzü yüce
aşk bürümüştü dünyevi her şeye puslu bakarak başladığımız bu yolda artık
gözlerimiz başta nefsimize ve geriye kalan tüm dünyevi olgulara kördü.