Dayanamıyorum artık.
Kopuyorum. Bu kalın halata benzeyen bağlılığımın son ipliği de koptu kopacak.
Akşam saat 20.00 evim 5.katta. 10 katlı apartmanıma giriyorum, asansör yine 10.katta düğmeye basıyorum ve bekliyorum. Ne zaman gelsem asansör hep 10.katta oluyor. O kadar planlı yaşıyoruz ki (belki istemli/istemsiz) her şey işliyor monotonluğuna boğula boğula. Düşünüyorum, “demek ki benden önce 10. katta kim oturuyorsa evine benden 1, 2 dakika önce geliyor. Bu hiç değişmiyor. Her seferinde aynı işleyiş.
Yine bulantılı bir gecenin sabahı. İşime gitmeden (sizin gibi) hazırlanıyorum. Benimkisi pek bir hazırlanmak değil elbiselerimle yattığım için geceden sabahına yine makyajdan, elbiseden, aynalardan, uzağım. Nadirde olsa arada bir kahvaltı fena olmuyor desem de genelde hava soğuk/sıcak fark etmez balkonda sigara ve kahveyle açıyorum günü. Bakın! Yine aynı şeyler. Hem de son 1 yılın aynısı, her gün aynı. Yan binada yine otopark için kavga var. Yine kızıl saçlı pijamasıyla zoraki kalkmış kadın yaramaz oğlunu servise bindiriyor. Yine o kız okula giderken elinde aynası ve allığı sokakta süsleniyor, bakkalın üstündeki balkondan bir sepet inmiş yine bakkal gazeteyi koyarken soruyor “başka bir şey lazım mı?”
Beynime kan gitmiyor, nefes alamıyorum. Kalbime bol oksijenli kanlar pompalanmıyor da irinler iltihaplar gidiyor sanki. Suratımın yansımasını göremesem de sanki gözlerimin altı şiş, şakaklarımdaki damarlar şiş, saçım başım kendi halinde ve yine nefretle bakıyor bu manzaraya. O kadar boktanlaştırmışız ki hayatlarımızı göç eden kuşlar bile sağımdaki çatıdan solumdaki çatıya konuyor, mahallenin Tekir isimli kedisi aynı çöpü kurcalıyor.
Deja-vu! Evet, her günüm bir önceki günün deja-vu su.
Her şey numaralı, kodlu, rakamlı. Şuan bu okuduğunuz yere kadar bile bakın ne kadar çok programlı şey yazdım ve rakam tükettim. Dahası da var!
Savaşlar, suratımızı asan haberlerin kaynağı. Yanı başımızda! Her yıl hepiniz evinizde yılbaşını ailenizle portakal mandalina soyarken izlediğiniz televizyonlarda karşılaşmışınızdır. Ünlülere soruyorlar sadece ünlüde değil herkese “yeni yıldan beklentiniz nelerdir?” (çok gülüyorum içim acıya acıya) cevap veriyor aciz insan: “mutluluk huzur barış bla bla bla”
O kadar programlanmışız ve hazırız ki her yıl beklentilerimiz ve sevinçlerimiz aynı.
Uçmayacak. Hey bu yazıyı okuyan insanlar!! Duydunuz mu beni? Arabalar uçmayacak, binalar bulutlarında ötesine atmosfere değmeyecek, tayt giymeyecek, kapsüllerle doymayacağız. Işınlanmayacağız hiçbir yere! Yanı başımızda lanet olsun ki hala insanlar ölüyor hemen altımızdaki adada açlıktan ölüyorlar. Solumuz! (yüne gülüyorum içim acıya acıya) solumuz Avrupa! Orda da ölüyor insanlar fazla yemek yemekten, fazla alkolden. Ne biçim bir denge bu?
Kuran-ı Kerim’de Kıyamet Alametlerinden birinde şu yazar “güneş batıdan doğunca” çoğunuzun zihninde bu görselleşip gerçektende batıdan doğacağına inanıyor olabilirsiniz. Hatta doğrusu bu da olabilir. Ama bence orda anlatılmak istenen felaketlerin ve bir dolu pis işlerin doğudan batıya geleceğidir. Ve yine ekliyorum: kuran bir mesajdır bazıları gibi ayet numaralarını toplayıp çıkararak değil biraz daha estetik bakarak çözebiliriz bunu.
Bush’a mektup geliyor (araya bu parantezi koymak zorundayım imlaya azda olsa önem verdiğimden bush isminin ilk harfini büyük yaptım birde kesme işaretiyle isime olan saygıyı vurguladım yapmak istemediğim halde!) “ne diyorduk? Hah Bush’a mektup geliyor.” Mektup da bir sürü numaralar var örneğin şunun gibi 87429626 en altta da “Irak’ta bilmem ne bölgesinde ölmüştür” yazıyor. Bir karar ile Bush dan “ailelere baş sağlığı dileyen bir mektup yollayın” lafı çıkıyor. Her ne kadar yanlış olsa da, ölende bir NUMARA öldüren de bir NUMARA.
Bazılarına göre biz sadece yapmamız gerektiğini yapan numaralandırılmış insanlarız!
“hadi be oradan ben öyle değilim asiyim bilmem ne vızıltıları yapanınız varsa kapasın çenesini”
Hadi bir bakalım:
—Hayata ilk adımınızı attığınızda kıçınıza tokat yiyerek ağlatılıp yaşadığınızı anlayan doktorların çalıştığı hastanede doğum kayıt numaranız var!
—Hemen ardından doğumunuza sevinen ailenizin, sizin doğumuzla aldığı yükümlülüğü yerine getirme isteği nüfus müdürlüğünde soluklanarak başlıyor. Kimlik numaranız.
—Her şeyi yeni yeni anlamaya başlıyorsunuz, standart bir kalıba giriyor okul yollarında saçma sistemin bile ne olduğunu anlamadan gidiyorsunuz. Sınıflara bölünüyorsunuz RAKAMLARLA. Ve öğretmeniniz soruyor “145 burada mı?” cevap veriyorsunuz “burada” (İsminiz yok öneminiz yok düzen için disiplin için bunlardan vazgeçiriliyorsunuz ve vazgeçirilmek için eğitiliyorsunuz) Siz artık bir numara olmaya başlıyorsunuz. Bu rakam daha da değişe değişe sınıf değiştirdiğinizde, ortaokulda, lisede değişecek ve ezberleyeceksiniz.
—Konuşmanız için, ulaşmak için, haber almak ve haber vermek için bir numaranız olması lazım alan koduyla ya 11 haneli ya da cebinizde taşımak sureti ile 11haneli başka bir NUMARA ile kodlanmalısınız. Yoksa size ulaşamayız, haber veremeyiz ve haber alamayız.
—sokak NUMARAnız, kapı NUMARAnız, daire NUMARAnız.
—Mail şifreniz, hesap NUMARAnız, kayıtlı olduğunuz bir ton yere olan NUMARANIZ.
—Bilgisayarınızın İP NUMARASI.
—Sigorta NUMARAnız, otomobillerin plaka NUMARAları, bilet NUMARAlarınız, sıra beklerken otomatik makineden aldığınız sıra NUMARAnız. Sonrada müşteriyi seviyoruz derler hâlbuki müşterinin adı yoktur sanı yoktur sadece numaradır.
Eğer buraya kadar okuduysanız sempati duymuş, sizde bu sorundan yakınmış olabilirsiniz. Ya da bu sizin üzerinizde benim kurduğum öylesine bir tezdir.
Ne için yaşıyoruz? Biz böyle miydik? Bazen çiftçi pantolonumun paçalarını sıvamak istiyorum, yalın ayak görmediğim güzellikte yeşillikte toprağa basarak yürümek istiyorum. (bazen ne yapmak istediğimin devamını okumadan önce bakın iki üç yaşanmış hikâyelerle nerelere geldiğimizi söyleyeyim size)
TOKYO’LU HOLDİNG SAHİBİ
Tokyo’nun karmaşasın da yaşayan bir iş adamı. Son 30 yılını işine vermiş, takım elbisesinin içinden çıkamamış, bilgisayarlarla toplantısını yapar yemeği ayaklarına gelir, evi ve bürosu harici hiç çıkmaz. Çıkarsa parası gider çünkü. Bir gün msn forwadlarıyla manzaralı güzel bir yer görüyor yeşillik falan. Gitmek istiyor. Özel uçağına gidiyor oradan da özel helikopter kiralayıp orayı buluyor. Helikopterden inerken sırtında sırt çantasını takıyor ve danışmanlarına “sizi aradığımda tekrar gelin beni almaya, bundan sonra tek başıma gezeceğim” diyor… Gece çökmeye başlıyor danışmanlarını aramıyor iş adamı. Şüphelenen danışmanlar başına bir iş geldiğinden korkarak gidiyorlar bulmaya, buluyorlar da. Ama ölü bir şekilde! Araştırıyorlar ne oldu diye, çünkü darp izi yok ve mutlu bir surat ifadesi bırakmış ardından. Otopsi raporunda “fazla oksijenden öldü” raporu geliyor.
TAŞ DEVRİNİ ARAŞTIRAN DOKTORLAR
Amerika da önde gelen tarihçiler ve bilim adamları bir karar alıyor. Diyorlar ki “biz ilkel hayatı daha iyi anlamak için bulduğumuz bu araziye 5günlük minimalize bir gıda ile gidelim yanımıza bir şey almadan ve orda kalalım ilkel insanları daha iyi anlarız”
Kararı alan 10kişilik ekip gidiyorlar, yanlış bilmiyorsam yanlarına da 5günlük çikolata alıyorlar. Zorlu bir 5gün geçiren ekip 7.günü ilk yardım müdahaleleriyle zor alınıyorlar bölgeden. İçlerinden birisi yılan sokması ile ölüyor! Diğerlerinde geçici hastalıklar çıkıyor. Ve sadece daha önce alet hırdavatla geldikleri yeri tekrar keşfediyorlar.
İlkel insan? Onlar mı? Hayır, biziz ilkel. NUMARAsız teknolojik aletsiz, saatsiz, kartsız, telefonsuz bir hiçiz! Lanet olsun bizi bu mongol kıvama getiren düzene. Bilirim çok duydunuz sisteme karşı gelen sözcükleri kelimeleri isyankâr eleştirileri sıkıldınız bile. Ama buraya kadar okuduysanız bu yazıyı demek ki sizde bir şeyleri zoraki kabullenip aslında olmasını istemeyenlerdensiniz benim gibi.
Yine kustum, hem de kendimi tuta tuta yoksa küfür eder daha da ağır yerlere laf sokardım. Ama buda ucuz anti-emperyalistlerin “coca cola içmeyeceğiz” diyip sonradan deli gibi içmelerine bezeyecek. Şuan bu durumu sindiremiyor olsa(k)m da tekrar o düzene sürükleniyoruz.
Bakın size yazımı, fikrimi ulaştırdığım yol bile istemediğim bir yol hâlbuki.
Bir gün bize vaat edilen o sonsuz mutluluklar yuvası olan cennetlerimize gittiğimizde. Şayet birbirimizi görürsek bilin ki bu adam öldüğünden mutlu olacaktır.