İÇ POLİTİK GÖZLEMLER
DUYGUSALLIK HASTALIĞI ve TERÖRÜ DOĞRU OKUYAMAMAK
Her şehit haberinin arkasından ortaya çıkan politikacılar,sivil toplum örgütleri temsilcileri,kanaat önderleri aydınlar her iki taraftan da ölenler üzerinden duygu sömürüsü ile siyasal bir atmosfer yaratmak bunu da politik bir eyleme dönüştürmek için uğraşıyorlar. Ümitsizlik,bezginlik ve korku üzerinden halkı PKK terörünün bitmesi karşılığında bir takım çözümlere-özerklik ya da federasyon dahil- razı etmek çabası olduğunu izliyorum. Öncelikle PKK terörü bir toplumsal sorun değildir. PKK sorunu askeri ve büyük ölçüde dış politik bir sorundur. Bir silahlı örgüt Türkiye Cumhuriyetine ait topraklarda devletin otoritesine meydan okumakta ve silahlı çatışmaya girmektedir. Kayıplarımıza üzülebiliriz,ancak duygusallığın bu sorunun çözümüne hiçbir katkısı olmayacağı bilinmelidir. Devlet PKK ile en çetin yöntemlerle sonuna kadar savaşmalıdır. Çünkü PKK Türkiye Cumhuriyetinin kuruluş değerlerine kastetmektedir.
TOPLUMSAL UZLAŞMA PALAVRASI
Kimileri her terör eylemi sonrası toplumsal uzlaşmadan söz açarak PKK’yı sivil halkın bir temsilcisi imişcesine gösterme gayreti içindeler. Türkiye’de Kürt ve Türk halkları arasında, devlet ve Kürt halkı arasında bir uzlaşmazlık yoktur. Bu ülkede rejimin ilk yıllarındaki keyfi bir takım uygulamalardan siyasal kültürümüzün olgunlaşma sürecindeki hatalardan bu ülkede yaşayan herkes aynı ölçüde mağdur olmuştur. PKK sorununu ele alırken odaklanmamız gereken tek nokta devlete karşı meydan okuyan silahlı grupların varlığıdır. Gelenekçi siyaset teorilerinin çok iyi vurguladığı gibi devlet iktidarını paylaşamaz. İktidarını paylaşan, pazarlığa oturan devlet devlet olma vasfını yitirir. Türkiye Cumhuriyetini yönetenler bu durumu doğru okumalı ve PKK tehdidinin direk devletin varlığına kastettiğini ve sorunun bölgesel bir terör kalkışması olmadığını kavramalılar.
SİYASET TEORİSİNİN DEVLETİ AÇIKLAMADAKİ YETERSİZLİĞİ
Siyaseti, devleti ve iktidarı kitaplardan okuyup öğrenenlerin en büyük yanlışı devleti Rousseau’nun toplumsal sözleşme fikriyle açıklamaya çalışmalarıdır. Ancak reel dünyada devlet bir sözleşme ile oluşmamıştır. Her türlü,bürokratik,mekanik,hegemonik unsurlarına ve işlevlerine rağmen devlet metafizik köklerini zafer ve düzen mevhumlarında bulan gücün görünüşteki ayrılıklara rağmen tek ve yek parça olduğu, uzlaşımsız,paylaşımsız ve katışıksız bir iktidar-bir güç- aracıdır. Rousseau toplumsal sözleşme fikrini ortaya attığı ve Fransız devrimini yapanlarda ondan ilham aldığı dönemde bile eşitlik-özgürlük ve kardeşlik sloganları üzerine kurulan devrim kendi yandaşlarına kadar önüne geleni ezip geçmiş en sonunda da saf iktidarın en mutlak ifadesi olan imparatorluk şekline I. Napolyon’un şahsında dönüşmüştür.
Yarım ve yanlış entelektüellerimize buradan çıkacak ders şudur : Devlet uzlaşmalarla kurulmaz, Bana tarihte uzlaşı ile kurulan devlet gösteremezsiniz, devlet toplumsal bir kontrat değildir. Hiçbir devlet böyle bir kontrat ile kurulmamıştır. Devletler tebalarını (evet vatandaşta olsa herkes tebadır) uzlaşma,sözleşme ve pazarlıkla bir arada tutmaz. Devlet bir grup insanla pazarlığa oturmaya başlamışsa devletliğinin yarı vasfını kaybetmiş demektir. Bu gün yaşadığımız toprakları miras aldığımız Osmanlı İmparatorluğu uzlaşma,sözleşme ve oydaşma ile kurulmamıştır. Bu gün bayrağı adlında yaşadığımız Türkiye Cumhuriyeti’de uzlaşma,pazarlık ve oydaşma devleti değildir. Bugüne kadar gelen gücünün kaynağı budur. Devlet önce fetheder,yener,gerekirse ezer ve hükmeder, sonra kucak açar,dinler,düzeltir, onarır. Bu nedenle Türkiye Cumhuriyeti devlet olmanın gereği olarak öncelikle doğuda Kürt halkını temsilen yapıldığı iddia edilen silahlı mücadeleyi ezmeli, sonra oturup o bölgedeki halkıyla geçmişi onarmalı, bu günü inşa etmeli,geleceği tartışmalıdır. Birilerinin sandığı ve söylediği gibi Türkiye Cumhuriyeti Kürt ve Türk Halkının bir araya gelip el sıkışması,sözleşmesi anlaşmasıyla kurulmuş falan değildir, devlet özellikle de bizdeki imparatorluk geçmişi nedeniyle büyük ölçüde halklar üstü bir yapı olagelmiştir,o nedenle sözleşme oydaşma ve anlayışıyla bu ülke parçalanamaz, ya da daha yumuşağından federatifleştirilemez. Türkiye Cumhuriyeti teröre karşı askeri ve diplomatik tedbirleri hızla devreye sokmalı ve bölgeye ilişkin toplumsal çözüm arayışlarını mutlak askeri zafere kadar ertelemelidir.
DİNİN İDEOLOJİKLEŞMESİ VE İSLAMCILIK FENOMENİ
Geleneksel toplumlarda din dünyanın kutsal eksenli algılanışına dayanmaktaydı. Modernizmi yaratan temel kırılma insanın kutsal ile ilişkisini yitirmesi olmuştur. İnsanın kutsal ile ilişkisini yitirmesi sonucu tüm dünyada din ideolojik bir taraftarlığa dönüşmüştür. Bu gün Türkiye de neden Müslümanlığı değil de İslamcılığı konuştuğumuz sorusunun cevabı burada yatmaktadır. Hiç kimsenin kutsal ile organik bir bağının olmadığı bir dünyada herkes ideolojik farklılıklarına hatta aksi iddialarına rağmen aynı seküler düzlemde yer almaktadır. Bu durumun birkaç sonucu vardır. İlk sonuç dindeki mündemiç kutsalın gereklerinin bireyi terk etmesi ya da bu zorunluluğun ortadan kalkmasıdır. Örneğin bir Müslüman haram yiyemez,yalan söyleyemez,şehvet ,israf,lüks,adaletsizlik,samimiyetsizlik, pislik,zulüm içinde olamaz. Bu olamama hali zorlama değil Müslümanlığın kendini Hz Muhammed’in şahsında ortaya koyan doğası ile ilgilidir. Ancak bir İslamcı bunların her birini yapabilir,her biri olabilir ve kendiyle çelişmez. Çünkü varoluş durumu olan kutsalla ilişki,ideolojik bir tarafgirliğe dönüşmüştür. Bugün dünyada dinin olduğu her yerde bu böyledir. Uzakdoğu’da bile hiçbir canlıyı öldürmemek felsefesini öğütleyen Budizm inancının Myanmar’daki mensupları ,ve bir de Budist rahiplerin önderliğinde Müslümanları yakabilmekte,kesebilmekte,boğabilmektedir. Dinin ideolojikleşmesi dediğimiz şey tam da böyle bir şeydir.
Bizdeki haliyle İslamcılığın ikinci tehlikeli sonucu da İslamcıların kutsaldan kopuk olmalarından dolayı Müslüman olmanın onaylamayacağı dünyevi ilişkiler içinde bulunmalarına karşın el attıkları her şeyi ideolojikleştirmeye,kendilerince İslamileştirmeye çalışmalarıdır. Bunun en basit sonucu samimiyetsizlik ve bölünmüş kişilikler iken toplumsal sonucu aldanma ve aldatma,din ve kutsal değerler açısından sonucu da dejenere olma ve bozulmadır. Müslüman dan farklı olarak İslamcı yaptığı işin ve sorumluluğun doğasını ideolojik öncülleriyle karıştırarak elini attığı her şeyi kaosa sürükler. Osmanlı’nın son döneminde sözde dini gerekçelerle askerliğin gerekleri yerine getirmeyen paşalar, devlet işlerine sürekli dini argümanlarla karışan Şeyhülislamlar , bu gün cami imamı gibi açıklamalar yapan ve terör şehitleri sonrası insanları sosyal medyadan Fatiha okumaya çağıran Dış Politik Danışmanlar,diplomasi ve siyasetin pratiklerinde İslamcı eğilimlerden kaynaklanan hatalı yaklaşımlar, İslamcılık kimliğinden ve onun alt kimliği olan diğer ilişkilerden dolayı,nepotizm,adam kayırma,şaibeli ve adaletsiz sınav uygulamaları,yakın akraba ve fikirdaşlara yapılan iltimaslar dinin ideolojikleşmesinin bizdeki sonuçlarıdır.
İHTİYACIMIZ OLAN ŞEY MANEVİ ERDEMLİLİK
Bu gün insanımızın ihtiyacı olan şey manevi prensipler, ruh inceliği,edep-erkan,anlayışlılık,maddi ve manevi kanaatkarlık gibi erdemlere sahip olmaktır diye düşünüyorum. Bu erdemlerin ise ne ideolojilerle, ne etiketlerle ne cemaatlerle bir ilgisi vardır. Mesele maneviyatı tasavvuftaki anlamı ve Alevi Bektaşi felsefesindeki net uygulamasıyla bireysel içsel bir duyuş bir hal, dünya karşısında sarsılmayan bir prensip ekseni olarak ortaya koyabilmekle ilgilidir. Bu edep –erkan halini yeniden insani bir ideal olarak yeşertmek, en azından bu insani ideale eylemleriyle,davranışlarıyla,halleriyle,fikir ve zikirleriyle sahip çıkan merkezler yaratmak İslamcı kitleleri çoğaltmaktan başka bir işe yaramayacağını düşündüğüm dindar nesil yetiştirmekten daha önemlidir.
YENİ SEÇKİNLERİN TARİHE POPÜLİST YAKLAŞIMLARI
Bu gün herkesin diline dolanan yeni Osmanlıcı sloganlar, Osmanlıyı anlatan diziler,filmler, sağda solda boy gösteren şark usulü cafeler, magazin tarihçiliği yapan sathi tarih dergileri , Osmanlı pazarlamacılığıyla geçinen sözde tarihçiler bir yana bırakılarak, Cumhuriyetin ilk yıllarından beri ihmal edilen Osmanlı arşivleri didik didik edilmeli, çevrilmeli yayınlanmalı, gerekirse sadece bu iş için binlerce uzman görevlendirilmelidir. Bu ülke tarihini böyle keşfedecek ve kendini doğru konumlandıracaktır. İslam kültürü,Osmanlı’da bilim ve düşünce hakkında beylik palavralar terk edilmeli ciddi bir heyet kurarak öncelikle Süleymaniye Kütüphanesindeki tüm elyazması eserler Türkçeleştirilerek basılmalıdır. Bu iktidar kalıcı bir şeyler yapmak istiyorsa yapılması gereken en mühim şeylerden biridir bu. Bu ülkede arşivlerin altından kalkabilecek derecede Osmanlıca bilen uzman olduğunu sanmıyorum, yetiştirilmelidir. Popülist bir tarihçinin sosyal medya da paylaştığı İngiltere’deki Fatih Topu’nun geri alınması için destek çağrısı güldürdü beni. Önce Topkapı ve Dolmabahçe’deki eseleri çürümekten kurtaralım ve sergileyelim,elimizdeki eserlere sahip çıkalım da sonra Fatih’in topunu İngilizlerden geri alırız. Merak etmeyin İngilizler ona bizden daha iyi bakıyorlardır.Bizdeki ecdat çeşmeleri Fatih’in topundan daha önemsiz değildir ama bir çoğu harabe ve çöplüğe dönmüş durumdadır. Bize sağcısı solcusu İslamcısı Kemalisti ile önce lazım olan şey samimiyet ve ciddiyettir. Samimiyetin temeli ise bir kendini bilme halidir.
CHP’YE ÇAĞRI
CHP bu gün kendisine atfettiği çeşitli siyasi prensiplere rağmen ideolojisi dolayısıyla dünya görüşü olmayan bir parti konumundadır. Bunun partinin geçmişiyle ve geçmişte bünyesinde barındırdığı gruplarla ilgisi vardır. Ancak bu gün CHP güçlü bir muhalefetin ekseni olmak istiyor ise çizgilerini çok net tanımlamalıdır. CHP nin bugün ihtiyacı olan şey CHP’nin ne olduğu değil ne olmadığıdır. AKP’nin siyasi başarısının altında AKP’nin kendini ne olmadığı şeklinde tanımlayışı güçlü şekilde yatmaktadır. Evet CHP Atatürkçüdür,Ulusalcıdır,ama Enternasyonelcidir, Sosyalisttir,Sosyal Demokrattır,Özgürlükçüdür,bir zamanlar Hadep bu gün Hüseyin Aygün’e bünyesinde yer verdiği için federasyoncudur,buna karşın Askercidir,Üniter devletçidir,jakobendir,seçkincidir,ama Halkçıdır Denizcidir,Mahircidir,Che Guevaracıdır,….yok…böyle olmaz ! CHP tam olarak ne değildir ??? Aslında bu gün şartlar yeni ve güçlü bir muhalefetin oluşumuna doğru söylemlerin kullanılması şartıyla hiç olmadığı kadar uygundur.