Bildiklerinin doğruluğundan emin misin ? Ya da bilmediklerinin yanlışlığından. Ne kadar şey biliyorsun ? Ya da ne kadarını bildiğini sanıyorsun. Pamuk Prenses gerçekten pamuktan mıydı ? Ya da cüceler bu kadar çalışkan mıydı ? Rapunzel saçlarını neden uzatmıştı ? Ya da gerçekten kulede kilitli miydi ? Peki ya uyuyan güzel... Gerçekten bir iğne insanı uyutmaya yeter miydi ? bildiklerinin hiç biri doğru değil. Ya da bilmediklerinin hiçbiri yanlış... Peki öğrenmek ister misin ? Sana sadece gerçekleri anlatacağım. Ya da sadece yalanları... Ya bu masala inan ya da sadece keyfini çıkar.
Bir varmış bir yokmuş. Evvel zaman içinde, kalbur saman içinde. Develer tellal iken pireler berber iken. Ben anamın beşiğini tıngır mıngır sallar iken.
Çok çok uzaklarda. Kaf dağının yamaçlarına kurulmuş çok güzel bir şehir varmış. Bu şehrin adı Pişmanlıklar şehri imiş. Şehir güzel olmasına güzelmiş ama adından da anlaşılacağı gibi bu şehirde ki herkesin kendince pişmanlıkları varmış.
Şehrin uzak bir köşesinde, dağın dikleştiği bölümde ki kulübede bir cadı yaşarmış. Cadı o kadar güzelmiş, o kadar güzelmiş ki hiç bir insan onun cadı olduğuna inanamıyormuş.
Gerçi konumuzun o cadıyla bir alakası yok. Bu, dağın tepesinde, eski bir kulübede yaşayan bir prensin hikayesi. Evet, o bir prensmiş. Çok uzaklarda,kaf dağının diğer tarafında ki Harikalar Diyarı'nın prensi. Prensin adı Arthur'muş. Dünyalar güzeli olan bu ülke bir isyan sonucu harabeye dönmüş. Alice ve Tavşanın önderliğinde ki isyancılar Harikalar Diyarı'nı yakıp yıkmışlar. Arthur'un annesi, Beyaz Kraliçe, oğlunu onlardan kaçırarak ülke dışına göndermiş. Prens, o günden sonra uzunca bir süre Kaf dağının zirvesinde ki kulübede yaşamış.
Bir gün artık canına tak etmiş ve dağdan inmeye karar vermiş. Ancak Harikalar Diyarı'na dönemezmiş. Kendini buna hazır hissetmiyormuş.O da dağın diğer tarafına, Pişmanlıklar şehrine yönelmiş.
Uzunca bir süre ormanın içinde ilerledikten sonra yorgunluktan bitap düşmüş. Ayrıca karanlıkta çökmek üzereymiş. Geceyi geçirebileceği bir yer aramaya başlamış.
Çok fazla uğraşmasına gerek kalmadan, ağaçların arasında bir kulübeye rastlamış.İlginç yanı, masal ya bu, kulübe tamamen tatlılarla kaplıymış. Hemen kulübenin yanına gitmiş.
Kulübenin çevresinde her çeşitten tatlılar varmış. Baklava, Kemal paşa, Halka Tatlı, Sütlaç... Ne ararsan varmış.Ancak ne yazık ki tatlılara alerjisi olan prensimiz mecburen oradan gitmek zorunda kalmış. Başlamış yoluna devam etmeye.
Çok geçmeden hava kararmış. Etraf tamamen zifiri karanlık olmuş. Ağaçlar değişik şekillere bürünmeye, kurtlar ulumaya, kuzular me'lemeye, bebekler ağlamaya başlamış. Prens ormanın ortasında bebeklerin ne aradığını merak etmiş etmeye ama bu yalnızca bir an sürmüş. Sonra cebinde ki el fenerini çıkarmış ve önünü görebileceği şekilde tutarak yoluna devam etmiş.
Günün ilk ışıklarıyla birlikte şehre ulaşabilmiş. Şehir öyle görkemliymiş öyle görkemliymiş ki prensimizin içini bir korku kaplamaya başlamış. Çünkü annesinin sözü aklına gelmiş. " Yükselen herşey bir gün düşecektir. Ve ne kadar çok yükselirse düşüşü o kadar korkutucu olur."
Daha ilk dakikadan şehir onu etkisine almış. Pişmanlıklar şehri bir pişman daha kazanmış. Dağın zirvesinde ki huzurlu kulübesini bırakmasından dolayı pişman olan prensimizi.
Gökten üç elma düşmüş. Biri prensin kafasına. Biri Alice'in kafasına.Biri ise... Boşverin o birini.Çok hızlı geçti göremedim.