BİR
Kuş sesleri...
Soğuk rüzgar yaprakları dökülen ağaçların dalları arasında
uğulduyor. Bütün uzantılarıyla şafağı karşılamaya hazırlar.
Kargalar leşin etrafında toplanıyor. Biri dudağından bir parça
koparıp yutuyor. Diğeri gözünden bir parça koparmaya çalışıyor.
Gagasının darbesiyle göz patlıyor, irin gibi bir sıvı akıyor.
Kış mevsimindeki açlıktan sorna bu onlar için mükemmel bir
ziyafet oluyor. Yayılan kokuyu alan kargaların sayısı artmaya
başlıyor.
Burada hepsine yetecek kadar et var.
İKİ
Karşısındaki adamı hiç tanımıyor. Tek başına öğle yemeğini
yerken aniden çıkıp gelen bir yabancı. “Mahsuru yoksa bu yemeği
birlikte yiyebilir miyiz? Gördüğüm kadarıyla benim gibi
yalnızsınız ve sohbet ederek karınımızı doyurmak güzel
olabilir diye düşündüm” diyerek masasına oturmasına kabul
ettiği bir yabancı. Daha önce hiç görmediği bir Tanrı
misafiri. Birlikte yemek yemeyi kabul ediyor.
Psikolog olduğunu söylüyor. İkna edici konuşmasıyla da bunu
tasdikliyor adeta. Yemeğin yarısına kadar sohbet koyulaşıyor.
Ama o bunları düşünmüyor. Onun düşündüğü bu yakışıklı
adam. Konuştukça daha yakın hissediyor kendini. İlk defa bu
masada gördüğü bir adam hakkında nasıl bunları düşünebildiği
için kızıyor kendine. Ama yinede devam ediyor hayaller kurmaya.
Hayatını böylesine centilmen bir erkekle geçirmek için her
şeyini feda edebileceğini düşünüyor. Tam o sırada yanlarından
ügzel giyimli bir bayan geçiyor. Gözleri ona takılıyor,
düşünceleri yön değiştiriyor. Parfümü eski günlere dönmesine
neden oluyor.
Yeniden içinde olduğu ana dönüyor. Chris konuşmaya devam ediyor.
Chris... Adında bile çekicilik seziyor.
“Gerçekten yorucu bir gündü” derken kendini süzdüğünü
farkediyor.
O da benden etkilendi sanırım...
“Ama gün daha bitmedi” diye devam ediyor, “Paydosa daha
saatler var.” diyerek gülümsüyor.
“Ah... Evet.” demeyi başarabiliyor sonunda.
“Benim için de çok yorucu bir gün ve birazdan aynı hızda devam
edecek” diyerek o da gülümsüyor.
Evet, birazdan bu masadan kalkıp ikisi de kendi yollarına
gidecekler ve bütün bu hayaller silinip gidecek, diyor kendi
kendine.
Yeni bir suçluluk duygusu çöküyor üzerine. Düşündüklerinden
bir an utanıyor. Hiç tanımadığı bir adam hakkında bunları
düşünmek kendine kızmasına neden oluyor. Acaba o da benim
hakkımda bunları düşünüyor mudur?
ÜÇ
Yeni bir av.
Adının Anna olduğunu söyleyen bu kız gerçekten çok saf
çıkıyor.
Bu kadar kolayını hiç beklemiyordum, diyor kendi kendine.
Masasına oturduğu andan itibaren zaferin kendisinin olduğunu
biliyor.
Anna... Gözlerindeki o kıvılcımı yemeğin başından sonuna
kadar görebiliyor.
Aklından geçenleri tahmin edebiliyor. Onunla yatma hayalleri
kurduğunu biliyor.
Ama bunların farkında değilmiş gibi davranıyor.O yemeğini
yerken sürekli onu izliyor.Çiğnerken hareket eden yanakları.
Yuttuğu lokmanın boğazında ilerleyişini hayal edebiliyor.
O narin boğazlar... Nabız atışını bile görebiliyor, inip
kalkan derisinin altıdnaki damarın pompalanışını...
Tekrar boğazını düşünüyor, pürüzsüz gırtlağını.
Ve o gırtlağa parmakları sarılmış haldeyken, gözlerindeki
ifadeyi hayal edebiliyor...
BEŞ
Olay yerine geldiğinde polisler cesedin 20 metre etrafından şerit çekmişlerdi. Şeridi aşıp cesede doğru ilerlemek istediğinde bir el onu durdurdu. Cebinden kimliğini çıkarıp gösterdi ve geçmesine izin verildi.
Ceset kurumuş ve kapkara olmuş kan birikintisinin ortasında yatıyordu. Kanıtları bozmamak için ayaklarının ucunda cesede yaklaştı. Gırtlağında bir kulaktan diğerine derin bir kesik vardı. Kandan kapkara olmuş gırtlağındaki tek beyazımsı nokta olan soluk borusu karanlıktaki tilki gözü gibi dikkat çekiyordu. Gözlerini kurbanın yüzüne doğru kaydırdı. Gözlerinin altından başlayıp çene hizasına kadar eşit aralıklarla birbirine paralel kesilmiş beş bıçak izin gördü. Alnında da aynı durumda iki bıçak izi vardı. Ve gözleri... Gözlerinden biri parçalanmıştı, diğeri ise yerinden fırlamış gibi duruyordu. Göz kapakları yoktu, kesilmişti. Dudaklarının da yüzünün geri kalanından farkı yoktu, üst dudağından bir parça koparılmış gibi görünüyordu.
Kurbanın yüzü lime lime edilmişti. Her kimse tanınmaz haldeydi. Gözlerini tekrar aşağı doğru kaydırdı. Kollarında da bıçak darbeleri vardı, ancak bunlar yüzündekiler kadar derin değildi. Ayakları kırılmıştı. İki bacağının dizleri birbirine değecek şekilde yere paralel olarak sabitlenmişti.
Dedektif Jan gördükleri karşısında afalladı. Nasıl bir hasta ruh bunu yapabilir? diye düşündü. Yüzüne bu kadar zarar vermesinin amacı ne olabilirdi? Kin, nefret, öfke. Hatta sevgi...?
Sevdiği kadına işkence eden suçlular görülmeyen bir şey değildi. Ama şimdiye kadar hiç birinin bu kadar ileri gittiğini hatırlamıyordu.
Bunu her kim yaptıysa gerçekten hasta biriydi, ve Dedektif Jan' ın görevi onu bulmaktı.
ALTI
Ofisine dönen Jan üzeri dosyalarla kaplı masasına oturdu.
Kurbanın adının Marry Donnovan olduğunu öğrenmişti. Gördüklerini düşündü, cesedi düşündü. Katil her kimse bunu neden yapmıştı, amac neydi? Zevk almak mı? Yoksa intikam almak mı? Buna benzer bir çok nedeni olabilirdi.
Cesedin artık olmayan yüzünü düşündü. Düzenli çizgiler halinde derin kesikler açılmıştı. Acaba bunları o ölüyken mi yoksa hala hayattayken mi yapmıştı? Bu tarifi imkansız acıyı ona yaşatmış mıydı? Adli Tıp sonuçları geldiğinde bunu öğrenebilecekti.
Ayaklarını çapraz halde bırakmıştı. Bunu özellikle yapmıştı, çünkü tesadüf eseri olamayacak kadar simetri duruyorlardı. Dizleri neden birbirine yapıştırmıştı? Bunun onun için ayinsel bir anlamı olabileceğini düşündü.
Kollarındaki kesikler yüzündekiler kadar derin ve sık değildi. Neden özellikle yüzünde çalışmıştı, gizlemek ya da görmemek istediği bir şeyler mi vardı? Ayrıca dikkat çeken diğer nokta ise bacaklarında Hiçbir bıçak darbesi olmamasıydı. Neredeyse bütün vücudu doğrayıp bacaklara dokunmamanın anlamı neydi?
Bütün bu soruların cevabını en kısa sürede bulacaktı, ama şu an tek ihtiyacı olan bir bardak kahveydi.
[Yorumlarınızı, düşüncelerinizi bekliyorum, nasıl devamı?]