Yazmakla sorunlu, kısmen sorumlu ve çoğu zaman zorunlu gibiyim. Yaz yaz yaz yaz parmaklara kan oturdu. Sonra sigara iç ve tekrar yaz. Balkona çık ve tekrar yaz. Balkon manzaram; engin, karışık, çarpık ve soysuz. Tek bakışta milyar tane ufak detayı göremeyeceğiniz cinsten. Hepsini ezberledim. Soldaki göl, karşımdaki otoban, dibimdeki evler, lojmanlar ve bahçeleri.
Yaz yaz yaz gitar çal, parmaklara kan otursun. Kireçlenme başlıyor ufaktan sanırım. Parmaklarım ağrıyor, sadece parmaklar olsa sorun değil beynim, ruhum ve tüm iç organlarım. Her gün bir yenisi. Bugün ciğerlerim benimle konuştu “fazla sigara içiyorsun” dedi, geçenlerde beynim: “fazla düşünüyorsun”, ondan daha da önce gözlerim: “detaylar beni yoruyor” dedi.
Aşk! Neye duyacağımı sapıttığım birim. Kutsallığa kendimi teslim edemeyişimin sıkıntısı. Kuzey güney doğu batı. Kudüs Mekke İstanbul İzmir. Bir yön bul kendine ve git oraya doğru diyor birileri. Fısıltılar. Nahif ve sessiz söylenen dedikodular.
Televizyon ve içindekiler çıldırmış, kusmak istiyorum. Gazetelerdeki manşetler; siyaset, spor, magazin, cinnet, cinayet, ceninler, cinler, cennetler ve cehennemler. Biri düğmeye bassın. Durdurun. Çok hızlı çok tedirgin edici çok şiddetli ve çok agresif.
Kelimeler birbirine benziyor. Kibrit kibir, agresif depresif, aşk meşk, diyalog monolog, pesimist optimist. Türkçe öğretmenimin adını hatırlamıyorum. Tebeşirin elimde bıraktığı izi özledim. Havada uçan toz tanecikleri, okul sınıflarında sobada yaktığımız eskiden kalma saman kağıtları üzerinde sınava çekilmiş öğrencilerin kağıtları. İdealist öğretmenlerin müdürle çatışıp sonra mecburen boyun eğmeleri. Katı plastikten yada bezden bozma plastikten beslenme çantaları. Son kullanma tarihine bir gün kala milli eğitimin dağıttığı bedava sütler. Ataç kullanmama rağmen yinede buruş buruş olan defter uçlarım.
Yaz yaz yaz yaz parmaklarıma kan oturuyor. Otursun, iyidir çürürcesine renklenmek. Kışları akşam beşte havanın kararmasına hep bir özlem duyarım ama her seferinde en çok yaz mevsimini sevdiğimi söylerim. Ve aşk! Lanet olsun ve kahrolsun en güzel şiirler ve şairler. Kafiye bulamadığım anlarda kırmak istediğim gitarım, işte orada! Karşımda, dimdik. Perde araları kirlenmiş, ve çelik tellerin sapa bakan kısmının altında terleyen elimin bıraktığı kirler. Kulak çöpü ile temizlediğim boşluklara yine toz oturmuş. Parmaklarıma kan oturmuş.
Bira, şarap, votka, likör, esrar, kokain ve para. Dönüyorlar çevre dünyalarda ve bu dünya sakinlerinin gözleri baygın, dilleri morarmış. Ölüm ne kadar güzel ve ne kadar çirkinleşiyor. Parlak renkli saçı olan kız, sıcak havalarda Paris markalı bir entari, soğuk havalarda kot üstüne ceket giyen. Dövmesi var vücudunun çeşitli yerlerinde. Her şeyi internetten öğreniyor hani ve özel kolej mevzunu. Babası yanağını hiç okşamamış, kredi kartına boğmuş. Ve bir sürü anahtar. Araba, ev, garaj, villa, yazlık. İnternet, televizyon, bar, club, lüx araba, alkol ve uyuşturucu. İşte o kız. İnşaatta bulunuyor, altına sıçmış, ağzı köpürmüş göğsündeki melek kolyesinin üstünden göbek deliğine kadar salyaları akmış. Uzun ve bakımlı tırnaklarından bazıları kırılmış. Saçı henüz kabası atılmamış inşaat duvarına tel tel takılmış. Suratında anlamsız bir gülücük. Şırınga vajinasının hemen sol üst kasığına saplı. Ailesi iğne izlerini görmesin diye kasıktan alıyormuş. Parmaklarıma kan oturuyor. Ağrıyor.
Şarkılar çalıyor insanlar, her geçen gün yeni bir isim her dakika yeni bir surat. Pudralı yüzler, metrosexüel erkeklerin dünyasında egemen çıplak kadınlar. Bir sürü kozmetik markası. Optik cihazlar. Kaydeder, keser, ekler, şekil verir veya siler. Her şeyimiz kayıtlar altında. Profil siteleri, bloglar. Google artık mahallemizin muhtarından daha çok biliyor mahallelerimizi. Evimin koordinatı, bana dair istatistikler. Operatörden ruhsuz bant çekimi kadın sesi arıyor yine. Ekonomik paketten bahsediyor. Daha üst paketleri bana söylemeye gerek bile duymadan. Biliyor çünkü paramın hacmini. Haplarımı ihmal ediyorum, aslında hapa şuruba tıpa inanmıyorum.
Yoruluyorum, nefes almak bile yoruyor. O uzakta ben onun uzağının ırağında. Bu ne biçim bir acıdır Ya Rabbim! Bu ne büyük bir yarıktır. Dikiş tutmaz bir hal. Doktorlar attıkça dikişi patlıyor. “İçerim yanıyor yar yar, yaram pek derin, bana nazlı yardan aman bir haber verin” Şarkılarda kifayetsiz kalıyor yer yer. Bir hap bir şurup bir doktor, bir hastane, bir merhem! Hani nerde? Aşk! Dedim ya işte. Aşk. Rengi var mı bunun? Boyu? Eni? Şekli? Her bünyeye aynı yerden girip aynı yerden yayılan ve farklı şekilde öldüren bir hastalık. Milyarlarca şarkı, milyarlarca kitap, trilyonlarca şiir ve binlerce film çekildi değil mi bu mevzu hakkında?
İçim daralıyor. Sıkılıyorum. Kan geliyor, irin geliyor, kusmuk geliyor ağzıma. Sıkı sıkı kapa ağzını, yutkun! Kapa gözlerini. Bir, iki, üç nefes al ver. Bir, iki, üç nefes al verme! Kapat gözlerini, geriye at başını. Koltuk terinden ıslanıyor. Mor mor terliyorsun. Gözünüzden kan geldi mi sizin? Ağlamaktan. Yürümek. İnsanların arsında. Sanki insanlar dikenli çalı çırpı gibi. Çarparsın. Metropol çocuğusundur. Kalabalıklara alışkınsındır. Şurası onunla oturduğun bank, şurası en sevdiğiniz lokanta, şurası onun otobüs durağı ve şurası en sevdiğiniz hediyelik eşya stantlarının olduğu mağaza. İnsanlar dikenli çalı çırpı gibi. Aralarından süzülmek mümkün değil, kıs gözlerini varsa tak gözlüğünü oğlum Enes. Yürü tenini çizsin hatta delsin bu insanların dikenleri. Ve hatıralar. Hatırlanması gereken ve unutulması gerekenler olarak ayırdıkların. Hep unutulacakları hatırladığın, hatırlanması gerekenleri unuttuğun anılar. Nefes al ver ve gözlerini kıs, gömlekse giydiğin kaldır yakalarını. Tanımasınlar seni. Özledim be! Çok özledim.
“Acıtasyon yapmak değil derdim veya fakir edebiyatı” derler ya. Ben tam tersine yapacağım. Yapmalıyım, yapmam gerek. Çünkü hissettiklerim bunlar. Kendi kendimi rezil etmek istercesine bir intihar biçimini seçtim. Yazıp yazıp attım bu ulvi gördüğünüz boktan çöplüğe. Ben yazdım sizler okudunuz. Ve kısmen ders çıkardınız yada hususi nefret ettiniz. Özendiniz mi? Bir adım geriye git! Gelme, gelmeyin üstüme. Bugün başta kendim olmak üzere herkese küfür edip sataşasım var. Dipsiz bir dünyayı şişeye benzet, dibinde alkol olduğunu düşün ve atladığımı. Tıpasının takıldığını düşün. Çalkalandığımı düşün. Habersizce çalkaladığını beni.
Oksijen bitiyor gibi. Botanik bahçede gece bir sürü bitkinin arasında uyuyor gibi bir his. Oksijen azalıyor. Göz yaşı bitince dil devreye giriyor, konuşuyorsun. Kimle? Kendinle. Yaz yaz yaz ve parmaklarına kan otursun.
31.07.10 saat 23:43 Cumartesi
Enes Evci’den bu yazıyı okuyan herkese.
|