Senaryolar

Şüphesiz -1
Okunma: 204
Hep de Böy - Mesaj Gönder


Kıs şunun sesini be yahu:

Hiç şüphem yok ki doğru bir konuya değindim, ölmeden önce kötülüğe düşecek değildim. Adım Olcak. Yaşım 22. Üniversitede işletme eğitimi alıyorum ama gönlüm müzikte. Birazdan Şükrü ile buluşup hafta sonunu neden çok mutsuz geçirdiğimizi sorgulayacağız.

Olcay: Seni bekliyorum canım neredesin?

Şükrü: Buradayım. Canım çok sıkkın ya, kendimi sana karşı bir hata yapmış gibi hissediyorum.

Olcay: Seni sevdiğimi biliyorsun Şükrü, ben hataları affetmekte ustayımdır ama durumumuz kötü.

Şükrü: Sadece bir içki içecektim, geceyi mahvettim. Kusura bakmamana sevindim. Ben de seni üzdüğümü düşünmedim zaten, kendimi haklı çıkaramıyorum.

Olcay: Sevgi sözcükleri bile yeri gelmeden kullanıldığında aşırı can sıkıcı oluyor, insanın hayatı elinden gidebilir yani, an meselesi. Biz bunları hesaplayarak mı yaptık ki, şimdi bu kadar umutsuz ve çaresiz gibi yaşıyoruz?

Şükrü: Ben ne konuda umudunu yitirdiğini anlayamadım.

Olcay: Mesela kadeh tokuşturduğumuzda geleceğimize dedim, sense sadece gülümsedin.

Şükrü: Hayal bu ya gülümsememin arkasında sana olan güvenimi tazeliyordum hayatım. Seni sonsuza kadar seveceğim.

Olcay: Yarın ne yapıyoruz?

Şükrü: Yarın çok işim var. Gerçekten de inanılmaz işlerim var. Hayat giderek zorlaşıyor. Daha çok mesai harcamam gerekiyor. Çalışmalarımın karşılığını tam almak için ise büyük bir mücadele vermem gerekiyor.

Olcay: Şahaneymiş. Sen keyfine bak yani çalış. Ciddiye al canım. Ben alma demiyorum ki zaten. Sadece ne zamandan beri bizim planlarımızı erteliyoruz, acaba bir ara biz de çalışır mıyız?

Şükrü: Yarın olmasa da en kısa zamanda gitarımı alıp geliyorum. Bir iki şarkı çıkarayım da hem daha eğlenceli olur bizim için.

Olcay: Hangilerini çıkardığını bana söylemen lazım çünkü ben de çalışmalıyım onlara.

Şükrü: Kaygısız insan yoktur. Kaliteli işler yapmak için en sevdiğim günü sana ayıracağım, Pzar gününü. Ne dersin? Sevgisiz Kalma Aşkım ve Sıradan Kişilik kesin bir kere. Bu iki şarkıyı kesin çıkaralım. Sonra yine bakarız ne yapacağımıza.

Olcay: Süper ya. Senin bu hemen her şeye pratik cevaplar vermen süper ama o lafın hoşuma gitti. Kaygısız insan yoktur. Bir beste yapsam benimkini de çalar mıyız?

Şükrü: Neden olmasın... gerçi geçen buluşmamızda çalışacağız dedik ve hiçbir şey yapamadık. Ya kızma ama seninle muhabbet etmek daha güzel oluyor.

Olcay: Öyle mi? Neden sonra muhabbet etmiyoruz ki, zamanı üçe bölelim, yemek, müzik, muhabbet.

Şükrü: Kavramsal bir tarafı var bunların, o da seni seçmiyor her zaman. Kavramlarla boğuşuyorum ben bazen, anlatsam ölürsün sıkıntıdan.

Olcay: Nasıl kavram onlar ya öyle. Canlı mı bunlar? İnsan mı yoksa? Düşünce gücü mü var onların? Sesleri mi korkutucu? Müzikten öte bir şey mi?



Şükrü: Kahverengi sevdiğimi düşün, içindeki kırmızı beni yoruyor bazen yine de.

Olcay: Hayranlıkla izlediğin bir şey mi ki kahverengi senin? Yani sen kırmızının aykırılığına nereden ulaştın? Ne açıdan yarış halinde bunlar?

Şükrü: Kahverengi pek çok şey var ve bunlar kırmızının ağırlığını vermiyor bazen.

Olcay: Objelerin yarışı mı bu yani? Robotik bir durum, anladım. Uzay kavramları gibi galiba. Konuşuruz tabii derin derin Şükrü.

Şükrü: Dedim sana sıkılırsın diye.

Olcay: Sıkılmadım canım, ben sadece senin hayatında en geri planda olmayı alışkanlık haline getiremiyorum.

Şükrü: Kasıntı kasıntı dolaşma ya. Yarın seninle bir ağaç fidanı alalım mı? Güzel bir şey yapalım ya. Gitmem ben de işe. Oradan çıkarız sana bir hediye bakarız. Oradan sonra saatlerce susup birbirimizin gözlerinin içine bakarız. Oradan da çıkarız samimi bir dille renk tonlarını irdeleriz.

Olcay: Yalnızlık tek tesellim. Bana kasıntı demen ve bunu tatlıya bağlaman ise çok garip. Buna inandın mı? Hiçbir seyirci kitlesi takımını yuhalamaz.

Şükrü: Ben kasıntı derken yani kasma anlamında dedim galiba ya, ah ya, ben bunu niye dedim?

Olcay: Korkun yok çünkü senin benden. Benden çekinmiyorsun. Sadece kendine verdiğin sözleri yerine getirmek anlamında bir sıkıntın var onun dışında hayat toz pembe sanıyorsun.

Şükrü: Senden neden korkacakmışım ben bebeğim ya... çok üzüldüm şimdi ya. Tabii ki korkmuyorum.

Olcay: Korkmuyorsun ya! Bana kasıntı diyorsun, ay pardon demiyorsun ve korkmuyorsun.

Şükrü: Sıska ve sevimli, şirin ve gözlüklü olabilirsin ama geveze olamıyorsun. Sende bu eksiklik var.

Olcay: Herkesin bir sevdiği vardır benim yok, ondandır. Sevgilim yok benim.

Şükrü: Sevgilin olmaması ne alaka şimdi anlayamadım.

Olcay: Yok işte, sevgilim yok. Alaka kur diye demedim, çenem düşmedi henüz, onu diyorum.

Şükrü: Sayısız güzel şey arasında en tatlı bulduğum yanın ne biliyor musun, yalnızlığın.

Olcay: Yalnızlık tatlı bir şey mi yani?

Şükrü: Tatlı değil mi? Canı çektiği anda tamamdır. Çekmedi anda tamam.

Olcay: Yarın kendime hediye ne alacağımı buldum galiba.

Şükrü: Gitara tel alacağım unutturma bana.

Olcay: Peki tamam. Ne alacağımı merak etmiyor musun peki?

Şükrü: Kasket mi? Ne?

Olcay: Kasket ne ya!

Şükrü: Bilmem. Attım kafadan.

Olcay: Kazık bir soru sormadım ki sana. Allah Allah. Neden bu kadar tuhafsın sen bugün. Neyse yani ben yarın tığ ve ip alacağım.

Şükrü: Tamam. Teli unutturma bana.

Olcay: Yaygın bir kanı var, o da her şeye geç kalmış olduğum. Sen de öyle düşünüyor musun Şükrü?

Şükrü: Ben geç kaldığımızı sanmıyorum sadece.

Olcay: Yalnızlık başa bela Şükrü. Uzun bir süre de öyle olacak.

Şükrü: Nasıl bir bela?

Olcay: Seç beğen al. Ne bileyim ben nasıl bir bela. Göreceğiz. Gerçi görürsen süprizi kaçar. Hı hı. Yalnızlık bu. Eminim ama tadı yerinde bir yalnızlık değil. Ben aldatılıyorum Şükrü.

Şükrü: Senin sevgilin yok ki.

Olcay: Vardı biri internetten ama artık yok. Bence aldatıldım. Sevgili olmadan daha, gitti.

Şükrü: E, ne var bunda.

Olcay: Yok bir şey tabii. Suçluymuşum gibi bakma bana öyle. Kendisi gitti.

Şükrü: Ben sana bir şey mi dedim ya. Hayır. Neden benim sinirlerimle oynuyorsun şimdi. Şunu yapmasan olmaz mı? Yazmasan internete olmaz mı? Şart mı yazman yani elaleme? Onlar da çeker gider tabii. Yazma.

Olcay: Yardımların için teşekkürler ama bunu kendim halletmem lazım benim.

Şükrü: Hayret ya, ben senin en sevdiğin insan olmaktan ne zaman yorulacağım bilmiyorum ama millet çekip gidiyor.

Olcay: Kıskandım mı hiç? Ölçtün mü kendini? Yani nasıl çıktı sonuçlar? Biz arkadaş mıyız?

Şükrü: Evet. Zaten en güzel yanı da bu, arkadaşlık devamlı bir birliktelik gibidir. Sonsuza dek sürer.

Olcay: Ben yaşlanıyorum ama artık Şükrü.

Şükrü: Sen daha kaç yaşındasın ki tatlım, neden öyle düşündün?

Olcay: Yalan olmasın ama kendimi çok keyifsiz hissettiğimde ve tüm dünya üstüme yürüdüğünde yaş olarak en az otuz yıl atıyorum.

Şükrü: Haydi yirmi de şuna.

Olcay: Hayatı sorgulamadan kendi haline bıraktığımda bir ödül yok galiba... sadece sabır üzerine bir takım şeyler geliştirmem lazım. Ben şimdiden bittim Şükrü. Ben mahvolmuş bir insanım bence zaten, neden anlamıyorsun. Yalnızlığa imza attım.

Şükrü: Kıskanç bir yapın mı var? Başkalarını çekemediğin oluyor mu? Belki yanlış anlamışsındır herşeyi.

Olcay: Hayır, eminim.

Olcay ve Şükrü telefonlarını açıp bakmaya başlarlar. Uzun süre kafalarını kaldırmadan bakarlar... bir dakika kadar müzik duyarız. Rahatlatıcı bir müziktir bu. Sessizliği Şükrü bozar.

Şükrü: Kimsesiz kalmana üzüldüm.

Olcay: Yarından itibaren tığ işi yapıp bir kenara koyacağım canım. Belki hayatım düzene girer.

Şükrü: O kadar ciddiye alma ya şu konuyu. Gitmesi gerekiyordur, o da gitmiştir. Ne yapsın ki.

Olcay: Sen kimden bahsettiğimi bile bilmiyorsun ve gerçek duygularıma hitap ettiğini sanıyorsun ve sonra da yeni bir aşk macerası edinip müziğimizi bir hiç uğruna erteliyorsun.

Şükrü: Hiç uğruna olur mu? Yaşanan her şey tecrübedir.

Olcay: Sakız gibi yapıştım adama ama olmadı.

Şükrü: Tüh ya. Çok üzüldüm gerçekten de...

Olcay: Aşık olmanın en güzel yanı da şu ki insanın gözü dünyayı görmüyor.

Şükrü: Sarkık dudaklı biri vardı sayfanda, o mu yoksa!

Olcay: Evet, o. Nerden bildin?

Şükrü: O benim arkadaşım ya. Çok acayip sevdiğim biridir ama sizi tanıştırmamı bekleme benden, kendisi istemediği sürece böyle bir şey yapamam.

Olcay: Peki tamam. Şimdi sen bana kızdın mı?

Şükrü: Hayır neden kızayım ki.

Olcay ve Şükrü tekrar telefonlarına bakmaya başlarlar. Bu arada ikisinin ortak arkadaşları bir başka Cafe’de laflamaktadırlar.

Selim: Sevda nasılsın? Sen neden hiç konuşmuyorsun. İki saattir biz konuşuyoruz.

Emel: Hayret doğrusu ya, evet, kurabiye de yememişsin.

Şule: Garsona el et de bir bakalım ne istiyorsa onu sipariş verelim. Sevda ister misin? Öyle yapalım mı?

Selim: Dilini yuttu kız.

Sevda: Hayallere dalmışım bir an, çıkaramadım kendimi.

Selim: Hayal mi? Sen resmen rüya görüyorsun.

Emel: Biz ne diyoruz, sen ne diyorsun Şule’cim. Tırnaklarımı konuşuyorduk. Takma tırnak yaptırayım mı sence yoksa geçici dövme daha mı iyi olur?

Şule: Ne antipatik bir durum bu ya.

Sevda: Bana fikrimi mi soruyorsunuz yani? Ben fikir belirtmek istemiyorum ki zaten. Ne istersen yap tatlım. Hayat senin.

Şule: Ne istediğimi bilmiyorum ben de diyor Emel. Bir şey söyleyemez misin yani?

Emel: Bilmiyor sayılmam aslında, ben tırnak diyorum, herkes dövme diyor.

Sevda: Peki kısıtlı bir bütçen mi var? Neden ikisini de yapmıyorsun. Hem ne var bunda bu kadar abartacak anlamadım.



Cafe’dekiler muhabbetlerine devam ederken, piknik alanında beş kişi görüyoruz. Beş erkek muhabbet etmekteler...

Ersin: Gözleri ne renkti kedinin?

Metin: Kedi çok şeker ya, bir görseniz. Elleri minnacık, gözleri de yeşil gibi ama değişir daha.

Ersin: Fotoğrafı var mı?

Metin: Hayır, yok. Hem sen kedi seversin ya, düşünmez misin hiç?

Ersin: Hayır. Evim müsait değil, bende balkon da yok, ikinci tuvalet gibi bir şey de yok.

Metin: Madem ki yok, o zaman sen de almazsın tabii. Bende de aynı dert var aslında, evim büyük ama bembeyaz ve deri kaplı mobilyalar.

Suat: Senin ev bitmedi mi ya Ersin?

Ersin: Hayır. Üstelik de belki yapılan inşaat da yıkılacak ve yerine bir duvar örüp park yapacaklarmış. Ödediğimiz her şey boşa gidecek.

Suat: Yolu yapılmış mıydı?

Ersin: Evet. Her şey öyle oldu zaten. Önce yolu yaptılar, oraya bir Cafe açtılar falan, bir de yeşil alan var, futbol sahası gibi bir şey ya da piknik yeri midir nedir işte... ama inşaat durdu.

Metin: Ben kedi için sormuştum ya, neyse yeri gelmişken çok üzüldüm.

Fatih: Gözleri ne renk demiştin?

Metin: Yeşil. Değişir ama daha.

Özgür: Al bence ya kediyi, ne yapacak ki koltuklarına, bir şey olmaz. Bir odada tutarsın bir süre, sonra çıkınca sakin olmayı daha kolay öğrenir, balkon da varsa tamam işte.

Metin: Sen düşünmez misin?

Özgür: Ya kedi mi yok, sokakta dolu. Ben cins bir şey istiyorum.

Metin: Tekir bu da işte. Baksana ne diyeceğim... biraz yürüsek mi ya, tutuldum ben.

Özgür: Olur, yürüyelim biraz. Bence sakıncası yok da yorulma fazla, bu kiloyla zorlar seni.

Metin: Sorma ya, aşırı kilo aldım yine. Evden hiç çıkmıyorum denilebilir. Oturdum kaldım, işleri de bilgisayar üzerinden yürütüyorum, aşırı hassas, en sevdiğim yemekti makarna ve artık bir kere daha yiyemeyecek hale geldim aslında, sinemaya gideyim dedim kapalıydı o da, sonra açmışlar galiba, kitap okuyordum ama cinnet geçirecek gibi oldum, bütün karakterler canlandı bir anda, yapacak bir şey yok yani. Hantallık.

Özgür: Kedi al ya. İyi olur.

Özgür ve Metin kalkıp yürümeye karar vermiştir. O sırada koşu yapan genç bir kız görürler. Kız koşmaya ara vermeden uzaklaşır oradan.

Metin: Ben böyle koşsam var ya oğlum, beni zor toplarsın yerden.

Özgür: Şahane ya. Kim sana koş dedi ki şimdi ya, yürü ya.

Onlar yürüyüşe çıktıklarında mekandan uzaklaşılır. Şükrü ve Olcay muhabbete devam etmektedirler.

Şükrü: Kafa çocuktur ama... gözleri çok iridir aslında fotoğrafta öyle çıkmış, bir şeye konsantre oldu mu kimse bozamaz, bir de yolları çok iyi bilir, bir yeri eliyle koymuş gibi bulur.

Olcay: Ya anlatma bana ya, üzülüyorum ben.

Derken korkunç bir yağmur başlar, sel götürmektedir ortalığı. Yollarda dize kadar su var, oluk oluk akıyor ve şemsiyeler ters dönecek gibi şiddetli bir rüzgar var, insanlar koşarak evlerine gitmeye çalışıyorlar. Olcay Ve Şükrü metroya girerler ve metroda ıslanmamaya çalışırlar.

Şükrü: Sakızlı muhallebi sever, diye devam eder.

Olcay: Şükrü ya tanıştırmayacağın adamı ne anlatıp duruyorsun ya? Aç! Başka bir konu aç.

Şükrü: Ya asıl sen internetini aç. Belki oradadır.

Olcay internetini açar ve beş adamı dans ederken bir video çekmişler, onu izlemeye başlar.

Olcay: Çok komik bunlar ya. Şıp diye buldum inan ki, beş adam yaz, çıkıyor. Tesadüf bu ya çok komiklerdi. Sürekli bunları izliyorum ben kaç gündür.

Şükrü: Güzel. Konuyu tamamen değiştirmene sevindim. Du bakayım... dans mı ediyor onlar.

Olcay: Dans ya.  



Hep de Böy



Yorumlar (0)

İçeriği Paylaş

Arkadaşını davet et
Adınız Soyadınız:
Arkadaşınızın e-mail adresi:

Popüler Yazarlar
   YazarPuan
1 .. .. 7072
2 Eyyup AKMETİN 5321
3 Firari Fırtına 5017
4 Mustafa Ermişcan 4444
5 Hasan Tabak 4127
6 Nermin Gömleksizoğlu 3724
7 Ömer Faruk Hüsmüllü 3673
8 Uğur Kesim 3484
9 Sibel Kaya 3426
10 Hep de Böy 3206

Bu Nedir? - En Popüler 100 Yazar




Özgür Roman

Romanlar- Hikayeler - Denemeler - Senaryolar - Çocuk Kitapları - Şiirler - Günlükler - Yazarken - Röportajlar - Forum - Biz Kimiz? - RSS

Çevrimiçi Kullanıcı Sayısı:17735 
 Özgür Roman üyelik sözleşmesi için tıklayınız 

© Özgürroman 2008 - 2011 - info@ozgurroman.com