Geceleri korkulu
rüyaların kol gezdiği, ıssız duvarlarında, yorgun hayatların izlerini taşıyan
ve eski bir hastane olan öykümüzün
geçtiği yer, istanbul Erenköy’de bir devlet yetimhanesidir…... Burası, dört tarafı duvarlarla çevrili, güzel yeşil bahçesi içinde, cıvıl cıvıl öten kuşları,
asmadan çardağı olan, dış cephesi eskimiş, boyasız, köhne bir yerdir… ..Erkekli kızlı, yaklaşık
otuz kadar yetim çocuk, bu yetimhanede yaşamaktadır. Ailelerini çeşitli
nedenlerden dolayı kaybetmiş, ya da terkedilmiş minik hayatların, hayata tutunmaya, bağlanmaya
çalışacakları, ilk adımı nasıl atacaklarını ögrenecekleri yerdir burası….Bu
masum, minik pamuk ellerin
burada, aslında daha sonra yaşayacakları hayatın küçük bir oyunu, düpedüz ta kendisi olacaktır… Onlar bile hayatlarına
girecek yeni bir kişinin,
yaşamlarını nasıl cehenneme, minik hayallerini nasıl kabusa çevireceginin farkında degillerdir….
Bu kişi yetimhaneye
yeni atanan Müdüre Hanzade Hanım’dır…Yaklaşık yirmi sene, Anadolu’nun çeşitli
yerlerindeki yetimhane ve
bakımevlerinde görev yapmış, kendisi de kimsesizler yurdunda büyümüş, çalıştığı
yerlerde disiplin ve düzen adına
aldığı kararlardan dolayı, başka
şehirlere sürülmüş olan Hanzade Hanım,
tutarlı sert mizacı , hiç
degişmeyen topuz saçı, gözlüklü, genelde diz altı etek giyen, beyaz gömlekli, daima parlak boyalı siyah pabuçlu, düzenli alaturka birkadın havasındadır. Memuriyetinin ilk
yıllarında Kayseri’de,Fikret Bey’le yaşadığı tutkulu ama sonu olmayan yasak
aşktan ötürü, işine iyicene sarılmış ve taviz vermeyen biri karaktere
bürünmüştür…( o dönemde Fikret Bey
evlidir ve eşi de Fikret Bey’i çok seven,
ailesince kabul gören,
inanç ve gelenek itibari
ile aynı çizgide olan bir kadındır… Fikret Bey sadece bu sebeplerden dolayı,
eşi ile evlenmiş, Hanzade Hanım’ı ise büyük bir aşkla sevmiştir. Yasak olduğunu
bile bile bu ilişkiyi devam ettirmişlerdir…Fakat Fikret Bey bu ilişki
ögrenildiginde, eşi ve ailesinin
baskısına boyun eğmiş ve Hanzade Hanım’ı tutku ve aşkla sevmesine karşın,
ondan ayrılmak zorunda
kalmıştır….)
Hanzade Hanım, en sonunda, Ankara’dan bir yakınının çabaları ile, tayinini Tokat
Reşadiye’den, çocukluğuna ait anılarının geçtiği İstanbul’a, Umut
Yetimhanesi’ne aldırtmıştır… Asıl ayrıntı,Hanzade Hanım’ın çocukluğunun geçtiği yer ile
alakalıdır….Hanzade Hanım Umut yetimhanesinde hayatının en zor zamanlarını yaşamış ve türlü eziyetler görmüştür....
Acı ile geçen disiplin ve emirler sinsilesi içinde kaybolan bir çocukluğun üzerine, aşk acısı ile
yoğrulmuş bir karakterdir aslında
Hanzade Hanım’ı kötü ve sert yapan... Bu yorgun bedeninde bedevi gibi
;yersiz-yurtsuz,ait olduğu yeri arayan fakat bulamamış,en sonunda acının
bağrına yelken açmıştır.
Müdüre Hanzade Hanım’ın
cehennemine düşecek çocuklar, hayatlarına girecek bir başka kişi olan Karaca’nın
cennetinde yeniden doğacak, yitik umutlar yeşerecek , yaşanmayan, varolmayan
minik bedenler ,yaşamlarını yeniden
keşfedecekler ve umut etmeye yeniden başlayacaklardır….
Karaca’ nın annesi, kendisini doğurduğu sırada
yaşamını yitirmiştir..Babası emekli olan öğretmen İsmail bey ile birlikte Aydın da büyümüştür…Babasını
çok seven Karaca, İsmail Bey’i örnek almış, onun gibi olmaya
çalışmıştır….İsmail Bey eşi Ferda Hanım’ı taparcasına bir aşkla sevmiş fakat onu kaybettikten sonra bütün
sevgisini kızı karaca’ ya vermiş onurlu dürüst ve prensipleri olan asil bir
babadır….Babasının bütün iyiniyetine ve sevgisine ragmen Karaca annesine büyük bir özlem duymakta, ana sevgisini
tadamamış ve bunun burukluğunu yaşamaktadır….Anasızlığın, yetim olmanın ne
demek olduğunu çok iyi bilen Karaca, bu yüzden çocukları çok sevmekte,
özellikle yetim çocuklara ayrı bir
sevgi duymaktadır…Ve Karaca’nın kaderi de Umut Yetimhanesi’ ne çıkan tayin ile
birlikte baştan sona değişecektir…
Yetimhanede, çocuklar
içinde üçü iyi, biri çıkarcı ve kötü niyetli, baskın dört karakter karşımıza çıkacaktır.Bunlar;
iyi olan Doruk, Zehra ve Çetin(
lakabı tombul Çeto)ve kötü olan karakter ise Hasip tir…Doruk, Marmara
depreminde bütün yakılarını kaybetmiş, bebekken göçük altında sadece kendisine
canlı olarak ulaşılmıştır…Babasının cesedi bulunamamış hiçbir haber
alınamamıştır…Sağ kürek kemiği altında hilal şeklinde bir doğum lekesi
bulunmaktadır.
Zehra ise bir mektup
ve bir kolye ile, bir sepet içinde
, komşu esnafın dediğine göre;
zayıf, yüzü eşarpla sarılı bir
kadın tarafından, yağmurlu ve soguk bir akşamda yetimhanenin kapısına bırakılmıştır…
Çeto ise ; şakacı bir
yapıda, tombul, sevecen babası tarafından sevilen, fakat yeniden evlendiği eşi
tarafından istenmediği için, babasının bakamadığı ama arada sırada görmeye
geldiği bir çocuktur….
Doruk, Zehra ve Çeto birbirlerine herşeyi anlatan türlü
şakalar ve dalaverelerle yetimhane çalışanlarına zor günler yaşatan, üç kafadardır…
Hasip ise fitneci,yetimhanedeki
herkesi hocalarına şikayet eden,
ispiyoncu, arkadaşlıktan haz almayan, yetimhanede de sevilmeyen, özellikle
Doruk, Zehra ve Çeto dan ve onların
arkadaşlıklarından da nefret eden bir karakterdir….