ALFABETİK SIRA İLE...
Ayşegül Serinkaya:
Niçin yazıyorsun? Ya da seni yazmaya iten nedir?
Mustafa Arıkoğlu:
Bu soruyla o kadar sık karşılaştım ki… Ben, yazmayı, okumanın bir sonraki aşaması olarak görmüşümdür hep. Çok okuyan bir insan, hayatının bir yerinde muhakkak yazmayı denemiştir. Yılmaz Erdoğan’ın bu soruya şöyle bir cevabı var: “Oku, Allah’ın birinci emriyse, yaz da ikinci emridir,” diye. Ama benim verdiğim cevap hep şu olmuştur: “Kendi kendime konuşunca deli diyorlardı; kâğıtlarla konuştum, yazar dediler…”
Comert Sen:
Sizce bir yazarın topluma karşı görevleri nelerdir?
Mustafa Arıkoğlu:
Yazar asla taraf olmamalı. Elbette ki bir insandır; zevkleri, korkuları, siyasi düşüncesi, özel hayatı vardır. Ama bunu sayfalarının dışında yaşamalıdır. Ülkemizde maalesef gazetecilikle yazarlığı karıştıranlar var. “Siyasi” eser olmaz. Ben eğer yazarsam, her yöne hitap etmeliyim. Her görüşün baktığı yerden bakabilmeliyim. Hep şunu savunmuşumdur: “Hep sağına, ya da hep soluna bakarsan “önünü” göremezsin.” Yazar, günlük hayatın içinden doğruları cımbızla çekip çıkarmalıdır; kurulmuş bir oyuncak gibi olmamalıdır.
Davut Dlbz
Yazmadan önce herhangi bir ön hazırlık yapıyor mu, yazarken nelere dikkat ediyor?
Mustafa Arıkoğlu:
Bilmeden yazmak, karanlıkta göz kırpmak gibidir. Araştırma olmadan kesinlikle bir yazı çıkaramazsınız ortaya. Örneğin; kutuplarda geçen bir roman yazıyorsunuz. Kutup ayılarının yanından penguenler geçiyor; oldu mu şimdi? Çok büyük bir gaf yapmış oldunuz. Araştırma yapmış olsaydınız, ikisinin de farklı kutuplarda yaşadıklarını öğrenmiş olacaktınız. Mesela ben, Horata’nın giriş kısmındaki fotoğrafçı kadını yazmadan önce günlerce kuş fotoğrafçılığı ve fotoğraf çekim teknikleri hakkında araştırma yapmıştım. Koskoca bir romandaki araştırmayı siz hesap edin artık. Bilmeden yazmak çok yanlıştır.
Elifnur Özer
-Hiç içine sinmeyerek yayınladığın bir yazın oldu mu?
Mustafa Arıkoğlu:
Olmaz mı? Keşke şunu şöyle yazsaydım ya da şu karakter şöyle deseydi diye hayıflandığım çok oldu. En çok da yazarken farkında olmayıp sonradan gördüğüm imla hatalarıma yanarım
Elifnur Özer
Yazılarını bir kez daha okurken kendini nasıl hissediyorsun?
Mustafa Arıkoğlu:
İlk okuyuşumda beğendiğim, ikinci okuyuşumda vasat bulduğum, üçüncü okuyuşumda beğenmeyip sildiğim yazım çok olmuştur. Ama gerçekten güzel bir yazıysa, kendimi takdir etmesini de bilirim. Biraz kibirliyim galiba.
Elifnur Özer
Sonuçta ilk yazdığından bu yana aylar oldu. Belki yıllar önce yazıp da burada paylaşmadıkların bile olabilir. O ilk yazdıklarını okurken oradaki cümle yapıları ve üslup ile şimdikiler farklılık gösteriyor mu?
Mustafa Arıkoğlu:
Hem de nasıl! “Bunu ben mi yazmışım?” diye çok dövünmüşümdür. Bu biraz da dem meselesi galiba… Üslubun oturması için, yazarın demini alması gerekiyor.
Elifnur Özer
-Hiç bilgisayarda yazdığının sonuna varmışken elektriğin gittiği oldu mu? Olduysa o anki tepkin neydi? Olsaydı o an ki tepkin ne olurdu?
Mustafa Arıkoğlu:
Bir 80 kuşağı olarak elektrik kesintileriyle büyüdüm diyebilirim. Ama 25 yıl önce kesilen elektrik, 21. Yüzyılda da kesiliyorsa bu ülkemiz için bir ayıptır. Bilgisayar başındaki kesintilerden çok etkilenmiyorum, güç kaynağı sağ olsun. Ama internetim aniden giderse… Te… Te… Boşver; yazıp da siteyi kapattırmayalım şimdi. :)
Fatoş Nihal Aytaç
Mustafa Abi sorarım sana, bütün kimliğinden arınıp başka biri oldun diyelim, kendi yazılarını, kendi yorumlamalarını nasıl bulurdun ya da şöyle sorayım, başka biri olarak Mustafa Arıkoğlu yazılarını okuduğunda 'bu adam...' gibi bir cümleyle Mustafa Arıkoğlu'nu nasıl tanımlarsın?
Saygılar.
Mustafa Arıkoğlu:
“Bu adam çok ukala!” derdim sanırım. Sivri dilli, bazen babacan; hava durumu gibi, bir günü bir gününü tutmuyor. Yazılarımı beğenirdim herhalde; dedim ya ukalayım biraz. Yanlışa tahammülüm hiç yok; yanlışı göze sokmayı seviyorum.
Kemankeş İskender
Yazmaya nasıl başladınız?
Mustafa Arıkoğlu:
1992; ilkokul beşinci sınıftayım. Kulakları çınlasın, Ramazan diye bir arkadaşım vardı. Bir gün aklımıza aniden bir fikir geldi. Gazete çıkartmak… 3 sayfalı haftalık bir okul gazetesi çıkarmaya başladık. İç haber, dış haber ve edebiyat sayfası vardı. Adı da “5-B’ nin Sesi” idi. Yaşıtlarımız futbol kartları biriktirirken biz gazetecilik oynuyorduk.
Kemankeş İskender
Tarih üstadı mısınız, tiyatrocu mu, şair mi, korku yazarı mı, mizah yazarı mı, dram yazarımı? Bir koltuğunuz kaç karpuz alıyor sizin? :)
Mustafa Arıkoğlu:
İzin verirsen bunu bir yazımdan yapacağım alıntıyla cevaplayayım. “Üzüm kurur ya dalında işlenmezse. Hisler de öyledir. Kaynatırsın pekmez olur üzüm; şeker olur, tat olur. Keskinleşir sirke olur; yakar, deler. Mayalanır mey olur; baş döndürür, keyif olur” Yani yazar, yeteneği varsa tek bir türde takılıp kalmamalı. Benim asıl uzmanlık alanım mizahtır aslında; siz de bilirsiniz. Ama farklı türleri de yazabiliyorsan bunu neden insanlarla paylaşmayasın ki? Şu benzetmeyi hep yaparım: ”Yazdığını paylaşmayan yazar, ampulü bulup sadece kendi evinde yakan Edison gibidir…”
Kemankeş İskender
Milliyetçi bir insan olduğunuzu biliyorum. Tarihe merakınız da buradan mı geliyor?
Mustafa Arıkoğlu:
Milliyetçi kelimesini hiç sevmem aslında. Mesleki bir sıfatı çağrıştırır bende; simitçi, ütücü, perdeci gibi… Ben vatanseverim, Türkçüyüm. Hiçbir siyasi çatının altına girmez benim düşüncelerim. “Ben Türküm” diyebilme şerefine nail olmuş her insan; zenci de olsa, çekik gözlü de olsa, Çerkez de olsa, Laz da olsa, Kürt de olsa başımın üstündedir. Bu yerin üstünü, bu göğün altını vatanı bilen herkesin ayaklarının altındayım ben. Az önce ilk okulda çıkardığım bir gazeteden bahsetmiştim. 11 yaşındaydım ve yazdığım il makalenin başlığı şuydu: “Azerbaycan Kan Ağlıyor!” Ermenilerin yaptığı Azeri katliamlarıyla ilgiliydi sanırım. O yaşımda bile soydaşlarımın ezilmesine kayıtsız kalamamıştım.
Tarih merakına gelince: Tarihini merak etmek bir üstünlük değildir; tarihini merak etmemek bir zayıflıktır. Okul sıralarında bize tarih diye öğretilenlerin, sadece buzdağının görünen yüzü olduğunu anladığımda tarihin içinde buldum kendimi.
Merve Ağanoğlu
Ben de bir soru sorayım...
Bir zamanlar bir röportaj yazma olayı vardı onlar hala yayınlanmadı, neden? Bak bu röpörtaj gecikmeyecek haa ona göre.
Mustafa Arıkoğlu:
Fırat Tanış ve Ulvi Alacakaptan’dan bahsediyorsun sanırım. Bununla ilgili bir özür metni yayınlamıştım ama gözünden kaçtı sanırım. Bağlantımız koptu diyeyim, sen anlarsın gerisini Merve…
Valla bunu yetiştirecek olan İskender; ben konuğum, ona söyle… :)
Merve Ağanoğlu
Yazı yazarken birisinin başında dikilmesi seni de rahatsız ediyor mu?
Mustafa Arıkoğlu:
Sadece yazı yazarken değil, birinin zabit gibi tepemde durmasına her zaman deli olmuşumdur. Sırf dik dik baktı diye biriyle kavga etmişliğim çok var…
(Mustafa Arıkoğlu’nun sorusu:)
Tamam İskender; soruyorum o halde kendisine: )
Neden yazdığı son karaktere kendi ismini vermiş?
Mustafa Arıkoğlu:
Hemen yanıtlayayım arkadaşım. Romanlar gerçek yaşamların izdüşümleridir. Gerçek hayatta süper kahramanlar olmaz; kahramanlarımız sıradan insanlardır. Sıradan otomobilleri, sıradan evleri, sıradan işleri vardır. İsimleri de sıradandır. Kaçınızın “Albatros” adında bir arkadaşı var? Mustafa da en sıradan isimlerden biriydi bana göre.
Nermin Gömleksizoğlu
Kaç yıldır yazıyorsun?
Mustafa Arıkoğlu:
1993 yılını başlangıç olarak kabul edersek 18 yıl oldu diyebiliriz. Tabiî ki şimdi olduğu kadar faal değildim her zaman. Şu tempoda yazmaya ise 3 yıldır devam ediyorum.
Ramazan Emre Sever
Şuan yazdığı polisiye romandan beklentisi nedir?
Mustafa Arıkoğlu:
Beklentim çok büyük Emre… Dizisinin çekilip prime-time’da rating rekorları kırmasını istiyorum. :)
Şaka bir yana, sıra dışı bir roman oluyor; olay örgüsüyle, karakterleriyle. Çıkması için en çok sabırsızlandığım kitap bu olacak sanırım.
veysi kaçaman
Polisiye tarzı yazması, başından geçen bir olaydan mı kaynaklanıyor?
Mustafa Arıkoğlu:
Hayır, tabiî ki hayatımdan bazı çağrışımlar olmuştur. Ama asıl sebep bu türde yazan yerli yazar sayısının çok az olması. Osman Aysu, Ahmet Ümit, yeni nesilden de Emrah Serbes var sadece… Ben, Agahta Christie, Dan Brown, J. C. Grange gibi bir yazar çıksın istiyorum bizden de...
veysi kaçaman
Yazdığı yazılarda ve ya şuan üzerinde durduğu projede, bazı yazarlardan ve ya gerçek hayattan bir şeyler katmış mıdır, ya da her yazısı kendi düşüncesinden mi doğuyor?
Mustafa Arıkoğlu:
Bir yazar için en büyük kaynak hayatın kendisidir. Sadece yol hikâyelerimden bile yüzlerce anı çıkarabilirim. Esinlenme ise farklı bir konu; araklama ile karıştırlmamalı. Bir Dostoyevski bile Gogol’dan, Puşkin’den etkilendiğini itiraf etmiştir. “Ses ve Koku” yu okuyanlardan biri Stephen King, bir başkası da Poe görmüş içinde. İnkâr etmiyorum, illaki etkilenmişimdir. Ama bu taklit etme değil, esinlenme derecesinde olmalıdır her zaman.
yıldıray kızıltan
Yazarın üstündeki baskılar ''gerek toplumsal gerek kişisel'' ve çıkan yazının kalitesi bu bağlamda aralarında direk bir bağ görüyor musunuz? Sizin tanımınızla kimlere gerçekten yazar diyebiliriz yoksa her yazabilen ve çaba sarf eden bir gün yazar olma mertebesini kazanır mı mutlak?
Mustafa Arıkoğlu:
Baskı yazarı yönlendirmemeli. Yoksa yazarın kendinde de yazdıklarında da bir maske olur. Fikirleri o maskeli beynin ürünü olur; doğallığı kalmaz. Önceki sorularda, yazar taraf olmamalıdır derken anlatmak istediğim buydu. Yazar kendi olmalıdır. Galileo’nun Güneş Merkezli Evren teorisini yasaklayan kilise aslında onu daha da yücelttiğinin farkında değildi. Onu susturmakla ne evrenin gerçeği değişti ne de onun fikirleri. Baskılar sadece maddeyi engeller; maneviyata kimse baskı kuramaz.
Bana göre yazarlık okulda öğrenilmez. Resim gibi, müzik gibi Allah vergisi bir yetenektir. Ama geliştirilemez demiyorum. İnsanların çoğu henüz neye yeteneklerinin olduğunu bilmeden yaşıyorlar.
HEPİNİZE EMEĞİNİZ İÇİN TEŞEKKÜR EDİYORUM BENİM İÇİN BÜYÜK BİR ZEVKTİ.
Mustafa ARIKOĞLU