Zarlarımı attım masaya. Önce tıngır mıngır bir ses, sonrasında ise sessizlik. Kaç geldiği görünmüyor. Zaman gösterecek ve dağıtacak o sis bulutunu. Sonrası bilinmezlik yani. Sıra sende hayat! At bakalım zarlarını. Kim kazanacak?
Hiçbir şey yapmadan, her şeyden yakınan insanlar vardır hayatta. Yağmurdan, soğuktan, kocasından, karısından, çocuğundan, alt komşudan, üst komşudan, hatta karşı komşudan, kapıcıdan, çöpçüden, arkadaşından v.s. çok uzar gider bu liste. Bu insanların tek görevi yakınmaktır hayattan. Ne zamana kadar mı? Başlarına gerçekten yakınmaları gereken bir durum gelene kadar. O yakınmada ise kimse duymaz onları, çünkü sıkılmıştır insanlar.
Bir de hiç bir şey yapmadan her şeyin düzelmesini, mükemmel olmasını bekleyen insanlar vardır. Birden bire bir yerden para çıkması, karşına koca çıkması, yanına eş gelmesi, mutlu olmak, sevilmek, sayılmak v.s. gibi uzayan bir liste daha. Ama emeksiz, çabalamadan, öylesine ve en kötüsü hak etmeden istenen şeyler.
Bugün İstanbul sokakları karlı, yağmurlu, buz gibiydi. Ve ben İstiklal'in arnavut kaldırımlarında düşmemeye çalışarak yürürken, parmaklarımı hissetmezken gülümsüyordum. Delirdiğim için değil, yaşadığımı hissettiğim için.
Ve teşekkür ettim Tanrı'ya...
Şükrettim...
O iki paragrafta anlattığım düşüncelerden beni kurtardığı için...
Ve bugün kalan hayatımın ilk gününü dolu dolu yaşamamı sağladığı için...