Sana yazdığım şiirler kadar yalandı sevgim. Hiç şiir yazamamış olduğum kadar da gerçek… Nihayetinde son bulan ve nihayet son bulduğuna sevindiğim, ama inadına özlediğim bir yolculuk gibi hüzünlüydü yaşananlar. Elde kalan ise bir avuç çocuksu pişmanlık… Bunu garipsemek saçma olsa gerek. Garipsemek için fazla garip bir hayat bu yaşadığımız. Herşey olağan çünkü. Herşey sıradan…
Seni ilk gördüğüm tren garındaki çiçek kokuları en belirgin hatıram oldu. Nisandı. Doğa en güzel elbisesini giymiş, takmış beyaz çiçeklerini raksetmekte. Tuhaf ve sebepsiz, hatta zaman zaman sevimsizleşen bir sevinç kaplamış herkesi. Bu sevincin saçma sarhoşluğunda kıvrılmış dudaklar. Ve seni gördüm; o sarhoş dudakların içinde ciddiyetiyle dikkati çeken ve bu ciddiyetin çok tuhaf göründüğü bir bebeksi yüz… Dudaklarından dökülmek üzere olan hıçkırıkları yutmaya çalışan bebek yüzlü kız. Bu neşeli havaya inadına tezat bakışlar… Sonradan öğrendim ki, askerden dönmeyen nişanlınmış beklediğin tren garında. O çoktan şehit düşmüş. Cenazesinde ağlamış, haykırmış ve sonra susmuşsun. Ölümüne susuş olmuş çığlığın. O günden beri sesini esirgemişsin herkesten. Kuşlar ötmez olmuş evinin bahçesinde. Mor menekşeler göstermemiş yüzünü bir daha. Ölüm olmuş susuşun. Kapanmışsın evine, yüzün solmuş, gözlerinin ışığı sönmüş. Tek yaptığın her gün akşam trenine yetişip garda başıboş dolaşmak olmuş. Deli demişler sana, acıyarak bakmışlar asıl acınası halin böylesine güçlü bir aşk yaşayamamak olduğunu bilmeden. Kimi üzülmüş, kimi gülmüş, dalga geçmiş haline. Bense âşık olmayı seçtim. Sana şiirler yazmadım, çünkü şiir yazacak kabiliyetim yoktu. Onun yerine her bulduğum aşka dair şiiri kâğıtlara kopyalayıp, evinin kapısının kenarındaki saksının altına bıraktım. Gece gizlice gelip baktım, almışsın. Görmüşsün demek. Ertesi gün tren garına kocaman bir hevesle gittim, oradaydın. Yüzünde bir sevinç kırıntısı aradım, yok… Kocaman hevesimi garda bırakıp döndüm evime. Ama yılmadım, her akşam bıraktım şiirleri kapına, her gün gittim gara ve seni izledim. Değişen tek şey, nisan oldu. Terk etti kasabayı, yerini mayıs sıcağına bıraktı. Sarhoşça gülümseyen suratlar bıkkın ifadeler takındı sıcaktan dolayı. Ama sen aynıydın; aynı susuş, aynı çığlık, aynı ölüm akıyordu bebeksi yüzünden.
Sonra bir akşam, kapının önüne gelmiş, son bulduğum şiiri bırakmak için saksının önüne eğilmiştim ki; birden yakaladın bileğimi. Tek düşündüğüm bembeyaz ellerin ve ince parmaklarının akşam güneşinde nasıl da güzel göründüğü oldu ilk önce. Sonra kafamı kaldırıp yüzüne baktım, minnet dolu iki gözle karşılaştım. Minicik bir damla gözyaşı birikmiş kenarında. Kısılmış bir bülbül sesi duyuldu sonra. Yıllardır konuşmamanın verdiği mistik bir hırıltı vardı bu bülbülün sesinde. Dudakların hareket etti ilahi bir şelale gibi, konuştun… “Neden”, dedin; “neden yapıyorsun bunu?”. “Seni seviyorum ben”, dedim. Gülümsedin. “Hayır”, dedin o bülbül sesinle. “Bana acıyorsun”… Başımı eğdim, çenemden tutup yüzümü kaldırdın. “Sen çok tatlı ve iyi kalpli bir çocuksun, ama bu yaptığın, ne kadar iyi niyetle de olsa yanlış”… Utanmıştım. Kızaran yüzüme bakıp tekrar gülümsedin. Sonra sarıldın bana. “Hadi evine git, bana şiir aramaktan da vazgeç. Bu hayat benim kendi seçimim ve ben böyle daha huzurluyum. Acıman gerekmez…” Sözlerin öyle bir ilaç oldu ki, ruhumu rahatlattı. “Artık konuşacak mısın?” dedim ürkekçe. “Konuşmanın kime ne faydası olmuş ki bana olsun?” dedin, cevap veremedim. Ne dediğini kavramaya yetmedi aklım. Henüz 8 yaşımdaydım…
Ertesi gün yine tren garındaydın. Sana baktım ve gülümsedim. Ama sen beni görmedin. Yüzüme bakmadın, yanımdan geçip gittin. Arkandan bakakaldım. Eve giderken tuhaf bir rahatlık hissettim. Sanki üstümden bir yük kalkmış, üstlendiğim zorlu bir görevi bitirmiş gibiydim. Aşkın benim için çok ağır bir şey olduğuna karar verdim sonra. Büyüyene kadar denememek gerekiyordu. En azından senin yaşına gelene kadar…
Şimdi büyüdüm ve aşkın hala çok ağır bir şey olduğunu düşünüyorum. Herkes için… O yazın sonunda sen taşındın bizim kasabadan ve herkes seni olabildiğince çabuk unuttu. Ben hariç. Ne zaman tren garına gitsem sen aklıma gelirsin. Hafifçe kızarır yanaklarım. Utanır, biraz da pişman olurum yaptığım çocukluktan dolayı. Sonra senin o minnetle bakan güzelim gözlerin gelir aklıma, derin bir iç çekerim. Kimbilir nerdesin şimdi. Hala nişanlının yasında mısın? Yoksa vazgeçip evlendin mi başkasıyla… Hayatımın ilk aşk senaryosuydun. Ve ilk dersi aşka dair… Umarım sana layık bir hayat yaşamışsındır. Beyaz tenin ve ince parmakların, güzelim saçların ve mahsun bakışların kadar büyülü bir hayatın olmuştur umarım… Bende bıraktığın hayalinin kokusu her daim gülümsetti beni. Umarım seni de gülümsetecek insanlar çıkmıştır karşına…