Şirin mi şirin yayla köyünün o
gün ağır bir misafiri vardı. Bilmem ne festivalinin, bilmem kaçıncı yıldönümü
şenlikleri nedeniyle, bir milletvekili ve beraberindeki heyet (!) teşrif
buyurdular köye. Davullu zurnalı şenlik alanındaki büyükçe bir çam ağacının
gölgesine kurulmuş, üzerinde bir kuş sütü eksik protokol masasından tatmin
olmamış olacak ki, köyün ileri gelenlerinden birine seslendi vekil, nüktedan bir
ses tonuyla: “Ağa! Sizin buraların balı meşhur diye duydum. Getirin hele de
bakalım tadına yav!” Köylü biraz mahcubiyet, biraz da ürkeklikle: ”Ne dimek
muhterem böyüğümüz! Gusura galmayın. Unutuldu herhal.”
Köylünün hemen yanında duran genç
lafa atladı. “Yoo, unutmadan değel, bu sene balımız az. Çok arımız kırıldı
güzden.” Köylü yanındaki gence döndü
kaşını gözünü oynatarak ”Ya karıştırma orasını. Koş getir lan!” Boynunu bükerek
vekile döndü. “Gençlik işte, lom lom gonuşuyo. Afbuyrun beyim.”
Genç gitti, bir küçük tabak balla
geri döndü. Vekil kimseye teklif etme gereğini bile duymadan iki lokmada
yutuverdi o muhteşem yayla balını. Parmaklarını şapırdata şapırdata yaladı.
“Sahiden dedikleri kadar varmış ya! Genç! Biraz daha getir bakalım şundan.” Tabağı
alan genç köylü adamın suratına baktı. Köylü kafasıyla onaylayınca koştu gitti
yine bal getirmeye. Bu kez öncekinin iki katı kadar bal dolu tabakla döndü,
tabağı koydu vekilin önüne. Vekil yine kimselere ikram etmeden tek başına
götürdü balı! Bal bulaşmış pos bıyıklarını yalayarak: “Valla kilo kilo yese
doymaz insan bu bala.” Gülerek gence seslendi. ”Delikanlı! Sen de pek cimri
çıktın yav! Elini korkak alıştırma. Biraz daha getir hele. Her gün yayla balı
yemiyor insan!” Genç yine köylü adamın yüzüne baktı. Adam istemeye istemeye
kafasını salladı. Tabak tekrar boş gitti, dolu geldi. Öncekinin iki misli… Vekil
bu kez sıcak tandır ekmeğiyle girişti bala. Son ekmek kırıntısıyla tabağın
dibini sıyırdıktan sonra gence seslendi masadaki envai çeşit yiyeceği
göstererek. “Evlat! Alın şu öteberileri masadan. Ne lüzumu var bu kadar
zahmete. Bu bal dururken başka şey yemek ayıp olur hem. Sen daha bal getir.” Köylü
ve genç ne yapacaklarını şaşırmış bir halde verecek cevap ararlarken, sırtını
ağacın dibindeki tahta sandalyeye dayamış ihtiyar ayağa kalktı bastonuna
dayanarak. Vekile yaklaştı ve masaya doğru eğildi. “Sayın böyüğüm. (İşaret
parmağının tırnağını göstererek) Bu balı şuncaaz arı sıçıyo, hani biz sıçsak
istediğiniz gadar yeyin…”