Dün akşam niyetlendim bir keyif kahvesine kırdım telvenin belini, çıktım balkona yalnızlıkla bile paylaşmadan bu zevki serildim koltuğa. Bu arada defter kitabı bırakmışım masada ufaktan bir selamını aldım onunda. Balkonumun ucunda bekler her zaman yıldız koleksiyonum. Onlarada bi selam verirken tam manzarama bir çocuk takıldı. Çocuk üç- beş yaşında var yok ama dikkatli bakınca uğraştığı şeye öyle bir odaklanmış ki sözü bol olan bir çok üstaddan daha çok bildiğini düşünüyor insan. Bıraktım kahveyi, keyfi masanın bir ucuna Mevlana'yı izleyen bir aşık gibi takıldı gözlerim bu ufaklığa. Şeklin ne olduğunu tam şeçemediğim bir yapbozla uğraşıyor. Arada küfreder gibi kaldırıp atıyor elindeki parçaları gözünü yaşına bakmadan, kalkıp babasının ayakkabılarına okkalı bir tokat atıyor sonra -ne diye verdin bunu bana yokmuydu adam akıllı bi şey dercesine-. Bir ara fırladı ayağa ''Yaptım ulan, yaptım işte, var mı lan daha iyisini yapacak?'' dercesine. Sonra yanlış olduğunu farketti sanki oturdu yerine '' Yok yav benden olmaz .'' der gibi. Ama bırakmadı tamamladı işini sonrada eline alıp savaşın galibi bir komutan gibi takdim etti krala. Utandım orda işte hem de geceye nispet karanlığa gömüldüm bir anda. Biz avuç avuç bilmişlik tozu yutanlar olarak bir çocuk kadar sıkı sarılamıyoruz işimize, evimize, arkadaşlarımıza kısacası hayattan çaldığımız onca şeyin alayına. Çocuk gelişim kitapları dolduruyor rafları acaba çocukluğumuzu korumak için mi kitaplar yazmalıydık? Yoksa bize disiplini, adam olmayı-büyümeyi, adamlığı pahalı ceketler-kravatlar arkasında mumyalamayı öğretenlerin sallamadan ne dediğini, altın tepsiler üstünde mi servis etmeliydik çocukluğumuzu dudaklarımıza?
Bu yazıdan sonra karıştırdım bütün foğraflarımı ''Bulurum belki eskilerden bir şeyler'' diye. Ama elimde kalan tek şeyin asırlık bir kare olduunu farkettim. Şimdi baş köşeye koydum geçmişimi, sabah pencereyi açığ bu günü ciğerlerime çekmeden önce eskilerden bir rüzgarla serinliyorum.
|