Güllerin bittiği yerdi benim doğduğum yer… Bir akşam aynı yerde solduklarını gördüm. Sukunetimin ardındaki çığlıkları duyamadı güller. Çoktan ölmüşlerdi… Çürümüş cesetlerini suladım gözyaşımla. Nafile… O güller bir daha açmadı o yerde.
O akşamdan çok zaman sonra, tekrar bitmeye zorladığında toprak zavallı gülleri aynı yerde, hiçbir gül o kadar güzel kokmadı. Kokuları buram buram yayılmadı yabancı burunlara. Her yeni gül sahte bir gülüş takındı yalancı çehresine. Artık içten değildi kokuları. Artık gönüllere ferahlık vermiyorlardı eskisi gibi. Deva olmuyorlardı hiçbir derde. Kendi dertlerinin altında ezilmişlerdi zavallı güller. Çaresiz susuyor, sonsuzluğa çevirmiş gözlerini, hergün ağlıyorlardı. Güller… O günden sonra ne zaman kokacak olsalar hoyrat bir ayağın altında ezildiler. Ne zaman yeniden açmaya kalksalar şımarık bir çocuk kopardı tomurcuklarını. Sel aldı tohumlarını. Yok edildiler hunharca. Sonunda vaz geçtiler açmaktan, kokmaktan. Ama toprak da rahat bırakmadı onları. Açmaya zorladı her gün. Böyle kalamazsınız, var olmalısınız dedi sürekli. Dayanıklı olmalısınız… Daha güçlü, daha korkusuz, daha duygusuz… Sonunda bu ısrara karşı gelemedi güller. Ama tekrar açmaya korkuyorlardı. Yine koparılacak, yine ezileceklerdi. Bu yüzden gül olmaktan vaz geçtiler. Ağaç olarak verdiler sürgünlerini toprağa. Ezilmediler, ezdiler kendilerinden küçük olanları. Hızla büyüdüler, izin vermediler selin kendilerini yok etmesine. Şımarık çocuklar arada bir koparsa da dallarını, güçlendiler ve duymadılar kopan dalların acısını. Sadece büyüdüler, yükseldiler, uzadılar güneşe doğru. Sonunda kocaman, güçlü ağaçlar oldular. Lakin bir daha asla o güzelim gül kokusunu yayamadılar. Bir gül gibi saf, temiz ve masum olamadılar bir daha. Bir daha asla kendileri gibi olamadılar. Eski masumiyetlerini, güzelliklerini ve muhteşem kokularını kaybettiler hayatta kalmak ve ezilmemek uğruna. İçleri acıyarak feda ettiler güzelliklerini. Sonunda geriye yapraklarındaki yaşlar kaldı. Damla damla döküldü eski benliklerinin mezarlıkları üstüne…