Acemi yıllarımın,
yaşam acemisi dostum ve kardeşim Arif Alpa’ya itafen.
Kursa girdim. Muntazam düzenli bir yer. Tablolar falan var.
Her yer lüx ve aristokrat kokuyor. 4 kişiyiz kursta. Hoca 3 çocukla iyi
kaynatıyor, gülüyor eğleniyor falan. Çocuklarda deli gibi çalıyor, iyiler yani.
Hoca “bir ay daha çalışalım konsere çıkartacağım sizi” falan diyor. Bana
dönüyor “al bakalım gitarı eline” diyor ve veriyor ilk dersi:
“En alt tele saniye hızıyla dört kere vur ve ağzınla da
tekrar et” ben başlıyorum “Mi mi mi mi” sonra “fa fa fa fa” sonra “sol sol sol
sol” tabi bu arada bir mallık daha
yapmışım haberim yok. Sağ elimin tırnağını uzatacağıma sol eliminkileri
uzatmışım birde orda güldüler bana. E haliyle tamda basamıyorum notaları.
Velhasıl çocuklar orda döktürürken ben iki saat boyunca
mileyip falayıp solleyip durdum kan ter içinde. Birde çalışkan çocuk imajı
çizeceğiz ya, müthiş bir kararlılıkla en boktan 3 nota basma olayını ciddiye
alıp bırakmadım. 2 saat boyunca koyun gibi meleyip durdum orda.
Sonra ders bitti, nasıl bir hızla toplanıp çıktım bende
bilmiyorum. Ve sonra gitmedim bir daha oraya zaten.
Gitara nasıl küsmedim onu bende anlamadım ama küsmedim işte.
Dedim ki “ben kendim öğreneceğim” Ahmet Abi’nin yolunu gözlüyoruz adam
ortalarda yok. Sonra bu Ahmet Abi’nin bu işe beraber başladığı bir adamla
tanıştım adı Fatih. Bizim sokakta 4 kanki bunlar. Ahmet, Fatih, Savaş, Emin
Abi. Ahmet ve Fatih gitarist, Emin bateriye meraklı, Savaş Abi yancı, yani bir
halt çalmıyor.
Fatih abi geliyor gidiyor dükkâna, tabi gösteriyor birkaç
bir şey. Oda tam bilmiyor ama sağ olsun bildiğini de gösteriyor. Üç Hürel’
grubundan “Bir sevmek bin defa ölmek demekmiş” falan çalmayı gösteriyor.
Gitarda akorlar vardır, nota gibi. Onları öğreniyoruz. Tabi sıkı bir tempo yok.
Haftada bir, iki haftada bir ne zaman yakalarsam. Sıkmakta istemiyorum adamı ki
kaçmasın benden.
Kaset var tabi o ara, birde bizim orda pazar var. El
arabasıyla bir kasetçi gelirdi. Ondan Haluk Levent, Ezginin Günlüğü, Üç Hürel
kasetleri alıyorum dinliyorum “vay be” falan diyorum.
Bu esnada tabi yaz ayının tatilindeyim, önümüzdeki sezon
liseye başlayacağım. Emin Abi’nin dükkânları bizim kırtasiyenin yanındaydı.
Zücaciye işletirlerdi. Onun yanına giderdim devamlı. Oda anlatırdı 80li
yıllarda yaptıkları zirzoplukları. Bir gün Haluk Levent kasetini götürdüm Emin
Abi’ye dinleriz konuşurken diye. Verdim “abi taksana dinleyelim” diye. Bir
baktı kasete güldü “oğlum bırak len bu işleri, bak şunu bir dinle” dedi. Taktı
kaseti, duyduğum şarkı “Metallica – One” dı.
Tüm müzik zevkim tek bir anda değişti. Emin abi o kaseti bana verdi, sağ olsun bir
sürü kaset verdi hiç geri istemedi. Hepside çekme kasetti. O ara bu adamların
kasetleri yoktu, varsa da çok pahalıydı. O yüzden hepsi radyodan çekilmişti
kasete. Kaliteyi bilmediğimiz için, sesler gayet güzel geliyordu. İlk bana
verdiği çekme toplama kasette Metallica, Nirvana, İron Maiden vardı. Offf! Hiç
unutmam o kasetin tadını.
Benim çocukluğum İzmir-Bornova-Kandere de geçti. Dağın
yamacında bir minik yerleşim yeri.
İlk okulumun bahçesi Kokluca Mezarlığıydı. Düşünün bir
mezarlığın ortasında ilkokul! Yunus Emre İlk Öğretim Okulu. Kasaba gibi bir
yerdi, sonradan gelişti. Dağın yamacındaydı evimiz. KANDERE! Dağda kurtuluş
savaşından kalma cephanelikler falan hala dururdu ve zeytin ağaçları vardı ve
bir uzun dere vardı. Rivayete göre kurtuluş savaşında bu dereden kan akmış
bildiğin. O yüzden ismi Kandere oturduğumuz yerin. Tabi birde bizim oturduğumuz
yerler hep mezarmış sonradan belediye hepsini çıkarıyor muntazam bir şekilde
kokluca mezarlığına gömüyor. Tabi İzmir belediyesi hangi işini doğru yaptı bunu
doğru yapsın. Bir sürüde mezar unutuyor. Çocukken parkta kumları karıştıran
çocuklar çokça insan kemiği bulmuşlardır. Ve bir sürü hayalet hikâyeleri alıp
başını gidiyordu. E tabi zaman içinde sizde buna alışıyor, korkmuyorsunuz.
Yaşadığım yerde çingenede çoktu. Güllü, Kibariye, Ege falan
hep birkaç sokak altımızda yaşarlardı. Üst bölgemizin adı “Kuruçay”dı, İzmir’in
tüm hırsızları ordaydılar. Sağ tarafımız Kale’ydi, tüm uyuşturucu işleri
ordaydı. Böyle iki arada bir derede kalmış naif bir kasaba düşünün siz. Basit
olaylardan büyük kanlı kavgalar çıkardı. Tabi biz çocuktuk o ara öyle
problemlerimiz olmazdı ama bacısına küfür etti diye gözümün önünde adamın
kafasına satırı vuran adamları da görmedim değil. İşte ben böyle bir yerde
çocukluk yaşadım.
Sokaktan arkadaşım Arif’le tanışmaya başladık, beraber
koşturuyorduk artık. Oda meraklıydı müzik işine. Sesi benden daha güzeldi. Ben
çalardım o söylerdi. Bildiğim şeyleri ona da gösterdim. Tabi artık klasik gitar
yetmiyordu elektro gitar aldım bir tane Slammer Hammer marka. İzmir Çankaya
Farfisfon Müzik’den.
Şimdi bu işe adım adım girince aptal saptal şeyler
yapıyorsun. Mesela Arif’le çıkar giderdik gitar mağazalarının vitrinlerinin önünde
saatlerce vitrine bakardık. Yeşilçam filmlerinde lokantanın önündeki aç
çocuklar gibi. Gitar dükkânlarının camlarına ekmek banmadığımız kalmıştı. En
sert ve alımlısı da o dönemlerde Laylaylom’du (sonradan battı mı bittimi
bilmiyorum)
Arifte aldı kırmızı bir elektro gitar Laylaylom Müzik
Evinden. Bir yandan da tabi şeklimiz falanda değişiyordu.
* Küpe takmalar,
* Devamlı siyah giymeler,
* Toynak gibi tırnak uzatmalar,
* Yolda yürürken millete sert sert bakmalar
* Ufaktan sigara içmeler
Ama özünde zararsız iki tane salaktık. Olabildiğine yardım
sever ve olabildiğine efendi iki erkek evladı.
İnternete dadanmaya başladım, o dönemler. İnternetten
istediğim şarkının notalarını buluyor millete ağız burun eğmiyordum. Tabi
yazıcıdan şarkı çıkarmak pahalıydı. Ben şarkıları önceden defterime yazardım,
internet cafede notalarını eklerdim sonradan.
Birde bir kız buldum ki internetten Allahhhhh! Adı Tuna.
Gothic resimleri falan var ama inanmıyorum o olduğuna. Buluştuk hakikatten
oymuş. Ben tabi yine yanında mazbut kaldım. Oysa üzerimde Cradle Of Filthe’ın
tişörtü vardı. Böyle kanlı manlı. Ama kız kopmuş. Yaşlarımız 15. Kız sigara
içiyor, bir cafedeyiz. Ah eski günler ah! Ne güzel cafelerde sigara içiliyordu.
Neyse!
İlk buluşmamız kızla, tabi ben diyorum ki “oğlum Enes bu kız
sana 150 beden büyük, muhtemel bir daha bu kızı göremezsin” öyle olmadı ama kız
devamlı aradı beni, her hafta sonu buluşuyorduk. Arkadaşları ile tanışıyordum
onun. Hepsi birbirinden marjinal bir sürü tipitip arkadaşı vardı. E tabi bende
her hafta daha bir bozuluyordum.
O gitar kursuna ilk giden kunduralı, saçı kısa yana taranmış
jöleli, muntazam çocuk ölmüştü. Yerine saçı salaş uzayan, simitçi bıyığını yeni
yeni kesen, siyah giyinen, küpeli, kolunda dikenli bileklik olan ve ya converse
ya da postal giyen maymun bir adam doğuyordu.
Tabi şimdi ben muhafazakar bir aileyi bırak, muhafazakarlığı
en önde koşturan bir sülalenin parçasıyım. Hani sülalemde benden bir tane olsa,
dayanacak yerim olacak ama oda yok arkadaş. E haliyle bu ara anlıyorum annemin
babamın saçındaki beyazları. Ama şu da bir gerçektir ki “bu çocuğu dövmezsen
adam olmaz” diyen bütün sülaleme karşı bana bir fiske tokat atmayan babama da
buradan bir alkış istiyorum. Gaza gelmeyen tek insan. Seviyorum kendisini,
kendisi sanatın ve sanatçının dostudur gerçekten.
Tuna’yı sonra sonra görmemeye başladım, zaten kendiside sağı
solu belli olmayan bir kızdı. Sonra haberini aldım ki: inşaatın 10.katından
asansör boşluğuna bırakmış kendini intahar etmiş. Etmeden öncede duvara mor sprey
boya ile “we dont belong here / biz buraya ait değiliz” yazmış. (Kim bilirdi ki
onun duvara yazdığı cümleyi ben 10 yıl sonra kendisine beste yapacaktım) tabi o
ara show tv olayı cofcofladı ve birkaç olayın üst üste gelmesiyle de İzmir’de
Satanizm patlak verdi. Tüm Türkiye bu mevzuyu konuşuyordu.
Bu esnada o dönem tanıştığım tüm insanların müzisyen olması
ayrı bir konu. İnsanda diyor haliyle “demek müzisyen olacaksak böyle
giyinmeliyim, böyle yapmalıyı” sürü psikolojisi sınavdan kopya çekmeye benzer. Topluluğa
uy gitsin, sorgulama neden bunu yaptığını.
Biraz durulmam gerektiğine inandım kendimce. Artık
çevremdeki insanlarda bir garip bakmaya başladı çünkü bana. Lisedeki dersler
kötüye gitmeden toplamam lazım. Tabi Enes Evci bu sefer çevirdi yüzünü Liseye.
Yarım dönemdir aynı sınıfta olduğum insanları daha yeni yeni tanıyordum. Ulan
insan bir merhaba bile demez mi? Dememişiz işte. Onlar çoktan kaynaşmışlar,
arkadaş olmuşlar hatta gruplaşıp birbirlerine küsecek zamanları bile olmuş. E
tabi ben o esnada tenefüs olunca kulaklığı takıp metallica dinliyorum kafayı
sıraya koyup, okul bitincede direk sağa sola bakmadan gitar çalmaya eve
gidiyorum.
Müzisyenlikte “bence” birkaç evre var seni heyecanlandıran
ve heyecanını taze tutan.
1- Enstrüman
alma
2- Enstrümanı
öğrenme
3- Enstrümanla
adam akıllı şarkı çalma
4- Konser
verme
5- Beste
yapma
Gibi sıralanır bu böyle. Arada gitarı okula da götürüyorum.
Millette öğrendi tabi gitar çaldığımızı, meraklı birkaç kişi var soru falan
soruyorlar arada bana. Bakıyorum metal müzik dinlemiyorsa yada o taraklarda
bezi yoksa soğuk davranıyor yolluyorum yanımdan falan. Küt! Kapı açıldı müzik
hocası müdürle girdi içeri “Enes kim?” dedi, içimden “noluyor lan?” dedim
Sınıfta millet bilmiyor ki Enes kim, gösteremiyorlar da
beni, biraz tereddüt ettim. E eşek değiliz kalkacağız tabi ayağı. Kalktım ayağı
“benim” dedim.
Müzik hocası “gitar çalıyormuşsun doğru mu?” dedi. “Evet”
dedim.
“Lise müzik grubundasın, bu gün okul çıkışı müzik odasına
gel prova var” dedi, küt çıktı.
Çok demokrat hocalarım vardı gerçekten. Ulan insan bir
sorar, istiyormuyum istemiyor muyum. Gerçi provalarda otistik taklidi yapıp
atılmak da benim elimdeydi ama nezaketen sorsalar iyi olurdu yani.
Tabi bu esnafa 70 kişilik sınıftaki tüm kafalara ait
gözlerde beni iyice bir taradı. Teneffüs olunca tanımadığım kızlar ve onların
vıcık vıcık erkek arkadaşları gelirdi yanıma. Kendi kendini kiralayan bir mp3
gibi hissetmeye başladım. Tanımadığım insanlara şarkı çalıyordum en arka
sırada. Birisi gelirdi “çalsana dinleyelim” derdi, çalardım ama ilk 2-3 saniye
dikkat eder sonra yanındaki sevgilisine, arkadaşına döner beni taklit eder,
kafasını sallar mal gibi gülerlerdi. Ulan alıp gitarı soksana bir taraflarına.
Malım işte, çalardım ben öylece hiççç ama hiç gocunmadan.
E tabi gün bitti ve Enes Evci, lisesinin daha önce hiç
görmediği koridorlarını geçerek müzik odasına girdi.
Devamı az sonra.